Çoğunlukla öykü, roman, şiir gibi türler olmak üzere çeşitli pek çok alanda rastlayabileceğimiz söz sanatlarıyla bir kitabın okuyucusu iken karşılaşmak ne kadar eğlenceli olabilirse, bir kitabın çevirmeni iken karşılaşmak da hem eğlenceli hem de bizi zorlayabilecek parametrelerden birisi olabilir.

Peki ya nedir bu biz çevirmenleri hem eğlendirirken hem de çıldırtma potansiyeline sahip olabilecek söz sanatları gelin yakından inceleyelim.

Dilimize de “Aliterasyon” olarak geçen “Alliteration”, eserinde sesletim açısından uyum yaratmak isteyen bir yazar ya da şairin aynı sesi ya da heceyi tekrarlaması yöntemine denir. Örneğin, James Joyce’un Dead adlı eserinde bu söz sanatı türüne rastlayabiliriz:

His soul swooned slowly as he heard the snow falling faintly through the universe and faintly falling, like the descent of their last end, upon all the living and the dead.

Türkçe için bir düşünecek olursak, Cahit Sıtkı Tarancı’nın Ölümden Sonra şiirinden “Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.” Dizesini örnek gösterebiliriz. Çevirmen için bu söz sanatının yaratacağı en büyük sıkıntılardan bir tanesi ilk başta söz sanatının eserde varlığının farkına varabilmek olabileceği gibi, nasıl karşılanacağı da olabilir. Joyce’un örneğinde her ne kadar söz sanatı açıkça görülse de her örnekte kendisini bu kadar görünür kılmayabilir.

Sanırım söz sanatları içerisindeki en eğlenceli maddelerden bir tanesidir “Allusion”. Eserinde “allusion” yöntemine başvuran yazar kullandığı kelimelerle kişilerin zihninde farklı bağlantılar kurulmasını sağlayarak kelimelerin arkasına gizlediği asıl anlamı okuyucuya göndermeyi amaçlar. Örneğin, Fahrenheit 451 kitabında geçen “Montag stopped eating…, he saw their Cheshire cat smiles burning through the walls of the house…” satırlarında Lewis Caroll’ın “Alice in Wonderland” kitabındaki kediye gönderme yapmaktadır. Tabii söz sanatları sadece kitaplarda yazılı olarak çıkmaz karşımıza. Örneğin “Pretty Little Liars” adlı dizinin bir sahnesinde yer verilen aşağıdaki billboard resmi, Amerika’nın duygusal değerleri yitirişinin bir sembolü olan “The Great Gatsby” adlı eserdeki T.J Eckleburg’ün gözlerine gönderme yapar.

Biz çevirmenler için, bu söz sanatında bizi en çok zorlayacak kısım, göndermelerin kültürden kültüre değişiklik gösterebileceği gibi anlamlarının da değişebileceği ya da fark edilmesinin güçleşebileceği ihtimali olacaktır.

Detaylarına indiğimizde bize çok tanıdık gelecek fakat ismiyle pek de bir şey çağrıştırmama ihtimali olan söz sanatlarından bir tanesi: Hyperbole

 

 

Hyperbole’e başvuran yazarın asıl amacı bahsetmekte olduğu duygu/düşünce veya olayın etkisini biraz daha güçlendirmektir. Böyle söyleyince biraz uzak gelebiliyor bizlere ancak “kurt gibi açım” desek hemen anlaşılacaktır, eminim. İşin içine atasözleri ve deyimlerin girdiği durumlarda ise kültürden kültüre yaşanacak değişim kuşkuşuz kesinlik kazanıyor. Örneğin, Türkçede bir kimsenin karnının açlığını ifade etmek isteyen yazar tıpkı bizim yaptığımız gibi “Kurt gibi aç olmak” deyimini kullanırken, eserini İngilizce dilinde yazan bir yazar bu durumu “Eat a horse” ile vurgulamayı tercih edecektir. Bu bizim için kolay bir örnek olmuş olabilir, peki Oscar Wilde’ın “Bülbül ile Gül” hikayesinde geçen “Night after night have I sung of him, though I knew him, night after night have I told his story to the stars, and now I see him. His hair is dark as the hyacinthblossom, and his lips are red as the rose of his desire; but passion has made his face like pale ivory, and sorrow has set her seal upon his brow.” paragrafındaki hyperbole örneklerini literal translation ile hedef kültürde aynı etkiyi yaratacak şekilde aktarmamız mümkün olur muydu?

Bir diğer söz sanatımız ise sanırım biz çevirmenleri zorlaması en muhtemel olanlardan bir tanesi: Puns

“Paronomasia” olarak da adlandırılan Puns farklı anlamlara sahip fakat yazılışı ve sesletilişi aynı veya benzer olan kelimelerin yazarlarca kelime oyunu yapmak için kullandıkları bir söz sanatı türüdür.Türkçede bu söz sanatını karşılayabilecek olan söz sanatı türü Cinastır. Örneğin, Oscar Wilde’ın ünlü tiyatro eseri “The Importance of Being Earnest”te “Earnest” karakteriymiş gibi davranan birden fazla kişi vardır ve İngilizcede “earnest” kelimesi ciddi, içten, ağırbaşlı anlamlarına gelirken, bu karakterler zaten olmadıkları birisi gibi davranarak bu kelimenin anlamını fazlasıyla çarptırmaktalar. Peki bu ayrıntıyı Türkçeye çevirmen nasıl taşıyabilir? Eğer isim ve içeriğin çelişmesi ile verilmek istenen mesajı isimleri yerelleştirerek verme kararı alırsa çevirmen, eserde geçen diğer isimler nasıl yerelleştirilebilir?

İşte böylece tüm bu sorulara başucunda yer vermekten çevirisi bitene kadar başını gönül rahatlığı ile yastığına koyamayan başta edebi çeviri olmak üzere çevirinin her türü ile uğraşan tüm çevirmenlerimize kolaylıklar diliyoruz.


Kaynakça:

Tags: