Tolkien ve Zamenhof, kurgu dillerin en başarılı savunucularından ikisi, ancak bu konuda amaçları birbirinden çok farklıydı.
JRR Tolkien, yüz yıl önce bu ay Birinci Dünya Savaşı sırasında sağlık iznindeyken Gondolin’in Düşüşü (The Fall of Gondolin) adlı öyküsünü kaleme almaya başladı. İşte bu öykü, daha sonra Yüzüklerin Efendisi’nin (The Lord of the Rings) temelini oluşturacak olan mitolojinin, kendi efsanevi hayal evreninin ilk öyküsü oldu. Ancak bu kurgunun ardında, yazarın destansı başka bir yaratım eylemine duyduğu ilgi de vardı. O da yapay dillerin oluşturulmasıydı.
Aynı yıl içinde Avrupa’nın diğer ucunda Ludwik Zamenhof, ana vatanı Polonya’da vefat etti. Zamenhof da dil yaratma konusunda tutkuluydu ve 1887 yılında kendi yaratımını tanıtan bir kitap çıkardı. Bu kitabı Doktoro Esperanto takma ismiyle yayımladı. Zamanla bu takma isim, oluşturduğu dile de adını verdi.
Hayali diller oluşturmanın, başka bir deyişle yapay dillerin 12. yüzyıla kadar giden uzun bir geçmişi var. Tolkien ve Zamenhof ise bu uğraşın en başarılı iki destekçisi. Ancak bu iki kişinin amaçları birbirinden çok farklıydı, hatta dilin ne olduğuna ilişkin görüşleri de birbirine zıttı.
Kültürel ve etnik düşmanlığın hüküm sürdüğü bir ülkede büyüyen Polonyalı bir Yahudi olan Zamenhof evrensel bir dilin varlığının, insanların bir arada barış içinde yaşamasının anahtarı olduğuna inanıyordu. Bir yazısında yazdığı üzere dil her ne kadar “uygarlığın en önemli itici gücü” olsa da, ona göre “dil farklılığı, insanlar arasındaki antipatinin ve hatta nefretin bir sebebidir”. Bu doğrultuda planı öğrenmesi kolay, herhangi bir millet ya da kültürle bağı bulunmayan, böylece insanlığı birbirinden ayırmaktansa birleşmesine destek olacak bir dil geliştirmekti.
“Uluslararası yardımcı diller” göz önünde bulundurulduğunda Esperanto gayet başarılı oldu. En parlak günlerinde Esperanto dilini konuşan kişilerin sayısı milyonlarla ifade ediliyordu ve her ne kadar kesin tahminlerde bulunmak çok zor olsa da, günümüzde bile bir milyona yakın kişi bu dili hâlâ kullanıyor. Esperanto dilinde yazılmış eserlerin sayısı oldukça fazla, hatta Çin’de tamamen bu engin literatüre adanmış bir müze bulunuyor. Japonya’da ise Zamenhof’un kendisi, Esperanto dilini kullanan bir Shinto mezhebi tarafından bir tanrı olarak kabul ediliyor. Ancak bu dil, hiçbir zaman dünya barışı hayaline tam olarak yaklaşamadı. Ölümünde Birinci Dünya Savaşı Avrupa’yı tarumar ederken Zamenhof’un bu dil hakkındaki iyimserliği de yerini çoğunlukla hayal kırıklığına bırakmıştı.
JRR Tolkien’ın kendisi de Esperanto’nun Avrupa’yı Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir araya getireceğine inanan savunucularındandı. Ama dil yaratımına duyduğu özel ilgi pekala farklıydı. Bu uğraştaki hedefi yaşadığımız dünyayı geliştirmek değil, kurguda yepyeni bir dünya yaratmaktı. Ona göre bu uğraşı onun “gizli kusuruydu” ve amacı pragmatik olmaktan ziyade estetikti. Yani sesin, biçimin ve anlamın tamamen özgün yöntemlerle eşleşmesinin verdiği yaratıcı hazdı.
Tolkien’ın yarattığı dilleri şekillendirme sürecinin bir parçası olarak bu dillere bir mitoloji sağlaması gerekiyordu. Yaşayan ve gelişen varlıklar olarak diller, canlılıklarını onları konuşan insanların kültürlerinden alır. İşte bu da Tolkien’ın kurgusal evreninin ortaya çıkmasını sağlayan şey oldu. Ünlü yazar, bir yazısında “Dillerin yaratımı, [kurgunun] temelini oluşturur” ifadesine yer veriyor. “’Hikayeler’ ise bu dillere bir dünya sağlamak için kurulur, yani diller hikayeler için yaratılmaz.”
Peki günümüzde yapay diller ne durumda? Zamenhof’un ölümünden bu yana geçen yüz yıldan sonra da dil yaratma sanatı, popülerliğinden bir şey kaybetmiş değil. En bilinen güncel örneklerden biri, Game of Thrones dizisinden Dothraki dili.
George RR Martin’inin Buz ve Ateşin Şarkısı adlı roman serisinin televizyon uyarlaması olan dizi için David J Peterson tarafından yaratılan dilin ilham tohumları hem Zamenhof’un hem de Tolkien’ın çalışmalarından geliyor.
Peterson, üniversitede Esperanto üzerine bir ders alırken ilk defa yapay dillerle ilgilenmeye başlamış. Aynı zamanda Martin, Buz ve Ateşin Şarkısı efsanesinin birçok yönden Yüzüklerin Efendisi’ne bir cevap olduğunu da belirtiyor. Buna ek olarak Martin, kitap serisinde Tolkien’ın dünyasından bir övgü niteliğinde çeşitli dilsel referanslara da yer veriyor. Mesela kendi bilincini hayvanların akıllarına yansıtabilen biri anlamına gelen “warg”, Tolkien tarafından büyük bir kurt cinsi için kullanılıyor.
Yani genel olarak galip gelen yöntemin Tolkien usulü fantastik dünya yaratımı olduğunu söyleyebiliriz. Bunun belki de iki nedeni var.
İlk neden dilbilimsel nitelikte. Özü göz önünde bulundurulduğunda çelişkili bir şekilde Tolkien’ın anlayışı, dillerin gerçek hayattaki işleyişine daha yakın. Yarattığı Elf dilleri, eserlerinde tasvir edildiği üzere konuşuldukları toplumların kültürlerini yansıtmak için gelişen, yaşayan ve değişen varlıklar. Öte yandan uluslararası bir yardımcı dil fikri sabit, değişmeyen ve herkes tarafından kolayca öğrenilebilecek bir sistem sunmayı amaçlıyor. Ancak insanların konuştuğu diller hiçbir zaman durağan değildir, tam aksine, daima dinamik bir nitelik taşır. Dolayısıyla Esperanto’nun esas anlayışının içine yerleşmiş temel bir kusur var.
Peki, ya ikinci neden? Eh, belki de şu günlerde kendimizi fantastik dünyalar yaratmaya adamayı, içinde yaşadığımız dünyayı iyileştirmenin yollarını aramaya tercih ediyoruz.
Kaynak Metin: http://www.independent.co.uk/arts-entertainment/books/why-tolkien-s-fantastic-imaginary-languages-have-had-more-impact-than-esperanto-a7523896.html