Dilbilimciler tarafından: “Bir toplumu oluşturan kişilerin duygu ve düşüncelerini, o toplumda geçerli olan ses ve anlam bakımından ortak öge ve kuralları kullanarak başkalarına aktarmasına yarayan çok yönlü ve gelişmiş bir sistem.” şeklinde tanımlanan dil, insanoğluna bahşedilen en büyük nimetlerden biridir.
Hiçbir zaman sabit ve değişmez kalıplara sokulamayacak olan dil kavramı, canlı ve sosyal bir varlıktır. Sosyal, kültürel ve tarihi gelişmelerden etkilenir ve zaman içinde değişir ve gelişir. Yaşayan bir varlık olarak dil, toplumdan topluma değişiklik gösterir ve ait olduğu toplumu her yönüyle temsil eder. Tam da bu sebeple, bireyler kelimeleri, kavramları kendi kullandıkları dil çerçevesinde anlar ve yorumlarlar dolayısıyla her toplumun dile bakış açısı farklılık gösterir. Diller ancak ait oldukları toplum veya toplumların varlıkları ile devamlıklarını sağlarlar. Toplumları oluşturan bireyler ait oldukları dili konuştukları sürece dil var olur ve canlılığını sürdürür. Bir toplumun yazılı ve sözlü tüm kültürel değerleri dil aracılığı ile aktarılır ve bu nedenle dil, sosyal yapının ve kültürün ayrılmaz bir parçasıdır. Bir şair duygularını, bir bilim insanı üzerinde çalıştığı konu hakkındaki görüşlerini, bir satıcı pazarladığı ürünü ancak ve ancak dil aracılığı ile karşıya aktarabilir. En kısa söylemle dil, hayatımızın her anında bizimle iç içedir.
Dil, bir milletin dünyayı kendisine göre algılaması ve seslendirmesidir. Temelde bireyler genel bazda ise milletler konuştuğu ve yazdığı dilin, kurduğu cümlelerin, çıkardığı seslerin altına imzasını atar. Alman dilbilimci Wilhelm von Humboldt “Bir milletin dili ruhudur, ruhu da dilidir.” der. Bu bağlamda bizim de ruhumuzu oluşturan güzel dilimiz Türkçenin ses ve şekil yapısı, kelime hazinesi, deyimleri ve üslubu ile geçmişten bugüne her daim, milli ruhu nesilden nesile aktardığını söyleyebiliriz. Türk dili, Türk milletinin duygu ve düşünce tarzı, ait olduğu tarihi şuur ve davranışlarla yol almaktadır. Dil iletişim demektir, anlaşmak, bir olmak demektir bu yüzden milli birlik ve beraberlik de ancak toplumun fertlerini birbirine bağlayan dil ile mümkün olur.
Cumhuriyetimizin kurucusu, ulu önderimiz Atatürk bir dilin ait olduğu toplum için önemi hakkında şöyle der: “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk milletidir. Türk milleti demek, Türk dili demektir. Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti, geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”
Yaşamı boyunca Türk dilini çağdaş medeniyet seviyesinin gerekli kıldığı bütün kelime ve kavramları karşılayabilecek zengin bir dil haline getirmeyi hedefleyen Atatürk, 88 yıl önce dil işlerini yürütecek bir kurumun oluşturulmasına karar verdi. Böylece 12 Temmuz 1932’de Türk Dil Kurumu kuruldu. Hemen sonrasında yazar, sanatçı, bilim insanı gibi meslek gruplarının bir araya geldiği “Türk Dili Kurultayı” düzenlendi. Amaç Türk dilinin önemini vurgulamak ve gelişmesini sağlamaktı. Böylece düzenlenen kurultay vesilesiyle 26 Eylül Türk Dil Bayramı ilan edildi.
Bir millet ancak dil ile var olur. Ne mutlu ki bugün Türk dili ve Türk milleti var. Türkçemizin güzellik ve zenginliklerini ortaya koyabilmek, onu dünya dilleri arasında önemli bir seviyeye ulaştırabilmek için derinlemesine araştırmalar, incelemeler, inkılaplar yapan ulu önderimize ve bu süreçte yanında olan tüm değerli bilim insanlarına, sanatçılara, aydınlara, yazarlara sonsuz teşekkürlerimizi sunmayı bir borç biliriz.
Türk Dili Bayramımız kutlu olsun!
“Türk demek Türkçe demektir. Ne mutlu Türküm diyene!”
Mustafa Kemal Atatürk