Çeviri sektörünün iki temel taşı var günümüzde. Bunlardan birisi çevirmen, diğeri de çeviri büroları. Freelance yani serbest çevirmenlerden bile bahsederken illa ki çeviri bürolarını konuya dahil etmek gerekiyor. Bunun nedeni de tabi ki çeviriyi bir sektör haline getirme konusunda emek vererek çalışan firmalar. Dünyada çok daha temelli bir şekilde gelişip büyümüş olan bu sektör Türkiye’de kanunlarla düzenlenmesi bile tam olarak tamamlanmamış bir alan aslında. İşte tam da bu yüzden çeviri bürolarından bahsetmek, en azından onlara bir göz atmak gerekiyor.
Daha konunun en başında ben korsan büroları eliyorum. Her alanda olduğu gibi çeviride de korsan bürolar, para için her şeyi yapabilecek simsarlar var. Bunları es geçiyorum çünkü bu durumda ne çevirmen büroyu anlayabiliyor ne de bürolar çevirmene kendisini ifade etme fırsatı bulabiliyor. Bir çevirmen olarak neden büroları anlama konusunda bunca çaba harcıyorum, merak edenler vardır. Bunun nedeni aslında çok da karmaşık değil. Çeviri bürolarının sahipleri, burada işini düzgün yapanlardan bahsediyorum, zaten eski çevirmenler. Vaktiyle çeviri bürosu kuran arkadaşlarımla işi çok daha yakından takip etme şansım oldu. Bu işin çevirmenin sırtına aldığı yük kadar ağır başka bir kısmı daha var. O kısımla da işte bu bürolar uğraşıyor. Gelen işin öncelikle projelendirilmesi gerekiyor. Bunu proje yöneticisi dediğimiz arkadaşlar yapıyor. Uygun terminolojilerin belirlenmesi, iş bitiminde gerekecek düzenlemelerin önceden tespit edilmesi, çevirmenin hangi kısımlardan sorumlu olacağı, projenin süresi, teslim tarihi, teslim biçimi, fiyatlandırma, çevirmenin ücreti ve bunların her birine ait binlerce farklı ayrıntı var göz önüne alınması gereken. Tüm bunları proje yöneticileri kısmen bireysel olarak kısmen de grup çalışması içerisinde düzenlemek zorunda. Düzenlemeler sonrasında ise büro işi çevirmene teslim ediyor. Çevirmenin işi en doğru şekilde ve zamanında teslim etmesi projenin kalan ömrü açısından son derece önemli. Zira teslim edilmeyen iş ölü doğum etkisi yaratıyor herkes üzerinde. Bu moral bozukluğunu toparlamak yine büronun vazifesi. Müşteriyi idare etmek, yeni teslim tarihini çıkarmak, bunun sorumluluğunu bir kez daha almak, gelecek işin kontrollerinin aksamasını önlemek, projeyi batırmadan yeniden su üstüne çıkarmak büyük emek isteyen bir iş. Çevirmenin emeğini zaten yıllardır bu alanda hizmet verdiğim için çok iyi biliyorum. Metinin anlaşılmayan, okunmayan, kısaltmalarla dolu, uzatmalarla sakıza çevrilmiş yerlerini anlamak ve bunları yeniden düzenlemek, her şeyi beynin içerisinde yapmak, tümünü yeniden süzmek, düzenlemek ve sonrasında çevirmek sanırım çevirinin en yorucu kısmı. Düzgün metinler için gerçekleştirilen ve saatler harcanan araştırmalar belki de kötü yazılmış metinleri çevirmekten çok daha keyif veriyor insana. (Bu araştırmalara girmediğini iddia eden çevirmenler de var, onlar için metin zaten su gibi akıp gidiyor; ancak onların araştırmaları zaten yıllar sürmüş, işi yerinde öğrenmiş çevirmenler bunlar, genellikle çeviri metninin ait olduğu alanda hizmet vermiş kişiler. Yani onlar araştırmasını zaten önceden yapmış.)
Zorlu aşamalar geçilerek tamamlanan ve çevirmenden alınan metnin müşteriye en düzgün şekilde teslim edilmesi süreci başlıyor ikinci adımda. Çevirmenlerin “bürolar ne iş yapar para yemekten başka” diye düşündüğü zamanlarda bürolar geceleri uyumayıp projeleri adam etmeye çalışıyor. Çevirmen olarak metinlerdeki tabloları yerleştirip tek tek doldurmuş, PDF dosyalarını düzenlenebilir biçime dönüştürmüş, resimleri ve grafikleri kesip yerlerine oturtmuş olduğum için bu sürecin ne denli yorucu olduğunu da iyi biliyorum. Her ne kadar bu tür çalışmaları da çevirmenden bekleyen bürolar olsa da iyi bürolarla işbirliği içerisinde yürütülen projelerde metne ait her türlü dizgi, düzenleme ve ayrıntıları büronun kendi birimi gerçekleştiriyor.
Tüm bunlar düşünüldüğünde özellikle piyasa koşullarına göre yapılan işin karşılığını tam olarak ve zamanında almak çevirmen için öncelik teşkil ederken büro için de en büyük sorumluluk anlamına geliyor. Zira büro asıl gelir kaynağının müşteri değil çevirmen olduğunun bilincinde. En azından iyi bürolar bu gerçeğin farkına varmış durumdalar. Öncelikle çevirmenle ilişkilerini düzgün tutmak, çevirmene fazla iş yüklememek, verilen işi teslim aldıktan sonra sabit dönemlerde ödemelerini yapmak, gerektiğinde avans vermek, zor durumda kalan çevirmenine yardım etmek, yetişmeyen işlerde proje yöneticileriyle işbirliği içerisinde çözüm aramak büroların sürekli olarak sağlaması gereken dengeleri teşkil ediyor.
Bu yoğunluk içerisinde bürolar aynı anda yüzlerce müşteri ile iletişim halinde olabiliyor. Bu da tek başına proje alan çevirmenler dışında aynı anda birden fazla çevirmenin üzerinde çalıştığı büyük projeler de varsa müşteriden çok çevirmenle ilişki içerisinde olunduğunu gösterir. Hal böyle olunca çevirmenin kendisi için son derece özel ve tek gördüğü sorunları, ufak sandığı gecikmeler, işe dair gözden kaçanlar ve her türlü ince ayrıntı çoğalarak bir çığ haline geliyor. Büronun karşısına dikilen tüm bu sorunlar ve yanı sıra üstlenmiş olduğu sorumluluklar şirket giderleri, vergiler, stopajlar, büro içi çalışan ücretleri ile de birleştiğinde gerçek bir kabusa dönüşebiliyor.
Tıpkı çevirmenlerin dışarıdan “oh ne güzel, pijama terlik çalışıyorsun, evden çıkmıyorsun, hiç derdin yok, oku yaz, paranı al, şahane iş” şeklinde görülmesi gibi çeviri büroları da “oh soy soy soğana çevir, çevirmenin üstünden geçin, iki telefon et iş bağla, gelsin paralar” şeklinde algılanmasına yol açıyor. İşte asıl sorun da burada ve amacımız da bu ilişki kopukluğunu, yanlış anlaşılmaları ve bunlara bağlı oluşan tüm sorunları en verimli şekilde çözmek olmalı. Zira çevirmen ile çeviri bürosu birbirine destek olmayı sürdürdükçe müşterinin karşısında durmaları dertlerini anlatmaları daha kolay. Çevirmeni de haliyle en iyi başka bir çevirmen anlayacağından çevirmenlikten şirket yönetimine geçenlere çok daha büyük sorumluluklar düşüyor. Bürolar için bu iletişimi sıcak tutmak, çevirmene destek olmak, müşteri ile öncelikle çevirmenin hakkı için pazarlık yapmak, çevirmenin hakkını ödeyecek duruma geldikten sonra işle ilgili indirimleri masaya yatırmak daha mantıklı olacaktır diye düşünüyorum. Çevirmenler açısından da yaptıkları işin yükü altında ezilmemek ve sağlıklarını koruyabilmek açısından işbirliği içinde oldukları şirkete yakınlaşmak, onlardan destek almak, olmadığı yerde olmuyor demek, fazla işe bu fazla, kötü metne bu kötü demeyi öğrenmek, iş başlamadan önce tüm ayrıntıları konuşmak, verilen söze sadık kalmak ve biraz olsun “simsar” denilen büroları destek ve kaynak olarak görebilmek fayda sağlayacaktır. Zira ancak bu şekilde karşılıklı olarak sorunlarımızı anlayabilir ve bunlara verimli çözümler bulabiliriz.
Çevirmen Onur İlter