Osmanlı İmparatorluğu, kuruluşundan itibaren birçok milleti içinde barındırmış çok kültürlü bir devletti. Ülke içindeki bu çok kültürlü yapı Osmanlı’yı birçok dilin konuşulduğu bir devlet haline getirmiştir. Türkçe, Arapça, Farsça, Rumca, Kürtçe, Ermenice, Arnavutça en çok konuşulan diller arasındaydı.

Osmanlı’da çeviri etkinliğinin temelleri Fatih Sultan Mehmet döneminde atılmıştı.  Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethiyle beraber Doğu ve Batı kültürüne ait bazı eserlerin çevrilmesini emretti. Osmanlı Devleti yükselme döneminde yeni yerler fethetmiş, ticaret yollarını ve limanları ele geçirmiştir. Bu durum ekonomik kaygıya düşen komşu devletlerin Osmanlı ile iletişime geçmesine sebep olmuştur. Venedikliler ve Fransızlar başta olmak üzere devletler kendi elçilerini ve tercüman adaylarını gönderip Osmanlı’da tercüme okullarını açarak dil problemini ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. Osmanlı’nın zorunlu olmadıkça dış dünyayla iletişime geçmemesi çeviri etkinliğinin ticari ve diplomatik olarak sınırlı kalmasına yol açmıştır.

Osmanlı’nın aksine Avrupalı devletler bu işe çok önem vermişler ve okullar açmışlardır. Açtıkları okullarda ‘şark lisanları’ öğrenen tercümanlar; limanlarda, konsolosluklarda ve sefaretlerde görevlendirilmiştir. Bu şekilde dil öğrenip Osmanlı İmparatorluğu’na gönderilenlere Dil Oğlanları / Jeunes de Langues / Enfants de Langue / Giovane della Lingua / Sprachknaben deniliyordu. Bu amaçla Venedik, 22 Şubat 1551’de birkaç genç çocuğu tercüman olarak yetiştirilmek üzere İstanbul’a gönderdi. Önce Venedik’te, sonra da İstanbul’da yetiştirilen bu gençler hem Doğu hem de Batı dillerini öğrendiler. İstanbul’da bulunan bu gençlere bir ‘hoca’ devamlı olarak Türkçe okuma-yazma öğretirdi. Fransızlar da 1669’da Türkçe, Arapça ve Farsça konuşan tercümanların yetiştiği okulu kurdu. Osmanlı döneminde çevirmenlere sadece ticaret bağlamında değil, diplomasi ve hukuk alanlarında da önemli görevler düşmekteydi. Batı ile Doğu arasında aracı olarak antlaşma, konuşma ve resmi belgeler çevirmişlerdir.

Duraklama döneminde Osmanlı, mühendislik okulları açmış, bu okullarda da yabancı öğretmenleri görevlendirmiştir. Batılılaşma dönemi ile birlikte yabancı birçok eser Osmanlıcaya çevrilmiştir. İlk kez bu dönemde Fransızca-Osmanlıca sözlükler yazılmıştır. Batı kültürüne duyulan merakın artması ile birlikte Ahmet Mithat Efendi ve Ahmet Vefik Paşa gibi aydınlar çeviriler yapmıştır.

Aleksandros Mavrokordatos

Osmanlı, son dönemlerinde, çoğu alanda olduğu gibi tercüme alanını da gayrimüslimlere bırakmıştı. Batılıların “Feneryot”, Osmanlıların “Fener Rum Beyleri” dedikleri Divan-ı Hümayun Tercümanlarına bir takım ayrıcalıklar sağlanmıştı. Cizye vermiyorlardı, kendilerinin ve ailelerinin yaşayışlarına, giyimlerine hiç kimse karışamıyordu. Ayrıca sakal bırakabiliyor, dört hizmetçi alabiliyor, kürk giyiyor, at arabaları ve kayıkla gezebiliyorlardı.

Girit seferinde gösterdiği başarıyla Divan-ı Hümayun baş tercümanlığına atanan Panayotis Nikoussios ve onun vefatıyla yerine gelen Aleksandros Mavrokordatos baş tercümanlıkta Fenerli Rum Beyleri dönemini başlattı. Baş tercümanlar diplomat gibi çalışır ve diğer devletlerle ticari ilişkilerin yürümesini sağlarlardı. Bu sebeple de birçok devlet sırrını bilirlerdi. 1821’de Mora’da Rum isyanı çıkınca Eflak ve Boğdan’daki isyancılara yazdığı mektupları ele geçirilen Dîvân-ı Hümâyun tercümanı Konstantine Mourouzi ve ardından derya tercümanı Hançerlizâde Mihayilaki ile Aleksandros Mavrokordatos idam edildi. Bu idamdan sonra Osmanlı Devleti’nin diplomatik yazışmaları gerçekleştirebilmesi için Fenerli Rum’lardan olmayan bir tercüman arandı. Mühendishane hocası Yahya Naci Efendi  tercüme işinde kısa bir süre denendiyse de diplomatik Fransızca bilgisine sahip olmadığından deneme başarılı olmadı. Tercümanlığa vekâleten İstavraki Bey adlı Rum memur atanırken Yahya Naci Efendi birkaç yetenekli memura Fransızca ve Rumca öğretmekle görevlendirildi. Bu güvensizlik ortamında görev yapmaya çalışan İstavraki Bey kısa bir süre sonra azledilerek Bolu’ya sürüldü ve yolda kimliği meçhul kişilerce öldürüldü; yerine Yahyâ Efendi getirildi. Böylece Rumlara işten el çektirilmesi ve tercüman yetiştirmek için ders verilmeye başlanması ile Tercüme Odası kurulmuş oldu.

II. Mahmud’un Zenob’un derslerine devam eden memurların Fransızca konuşamadıklarına ve Zenob’un İstanbul’dan sürülmesine dair hatt-ı hümâyunu 

Yahya Naci’nin 1824’te ölümü üzerine Mühendishane hocalarından Hoca İshak Efendi tercümanlığa getirildi. Tercüme Odası bu dönemde, dil öğrenecek memurların devam ettiği Lisan Odası ve buradan mezun olan mütercimlerin çalıştığı Tercüman Odası şeklinde iki kısımdan meydana geliyordu. 1829’da Tercüme Odası bünyesindeki Lisan Odası kapatıldı, öğretmen Zenob sürgüne gönderildi. Hoca İshak Efendi de görevden alınarak yerine damadı yamak Halil Esrar Efendi atandı.

Başlangıçta üç personelli bir daire olan Tercüme Odası, 1830’lardan itibaren büyüdü ve önem kazandı. Bu dönemde Mısır Meselesi ve Hünkâr İskelesi Antlaşması  nedeniyle diplomatik meseleler imparatorluk için büyük bir önem arz ediyordu. Bu durum, Tercüme Odası’nın prestijinin yükselmesini sağladı. Oda’nın kadrosu genişletildi. Önce Mehmet Emin Âli, Safvet ve Nedim Efendilerin daha sonra Fuad ve Ahmet Vefik Efendi’lerin alınmasıyla gelecek yıllarda imparatorluğa yön verecek bürokratlar Tercüme Odası’ndan yetişmiş oldu.

Halil Esrar Efendi’nin ölümü üzerine 1835’te Tercüme Odası’nın başına Tecelli Efendi geldi. Bu dönemde Oda’nın görevleri arasında imparatorluğun ilk resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi’nin Fransızcaya çevrilmesi de eklendi. 1837’de Ali Efendi, Tecelli Efendi’nin yerine Divan-ı Hümayun tercümanı oldu.

Tanzimat döneminde İngiliz James Redhouse ve Fransız Geroges Sardou gibi yabancılar da Tercüme Odası’nda öğretmenlik yaptı. 1841’de Tercüme Odası’nın kadrosu 39 kişiye erişti.

Dîvân-ı Hümâyun tercümanı Kabûlî Mehmet Paşa’nın Tercüme Odası’nın düzenlenmesini sağlayan yazısı
Kabûlî Mehmet Paşa

Tercüme Odası, en önemli değişimleri 1856’da geçirdi. 26 Ağustos 1856’da Dîvân-ı Hümâyun tercümanı Kabûlî Mehmet Paşa’nın önerileri doğrultusunda esaslı bir düzenlemeye tâbi tutuldu. Öte yandan burada verilen dil dersleri bir iki yıldan beri terk edilmişti. Oda tam bir dil okuluna dönüştürüldü ve derslere katılım kuralları ayrıntılı biçimde tespit edildi. Odadaki memurlar dört sınıfa ayrıldı. Fransızca okutulacak dört sınıfın yanında ilk defa bir İngilizce sınıfı açıldı. Bu dönemde diplomasi ve uluslararası yazışma dili genellikle Fransızca idi. Fransızca sınıflarında gramer yanında coğrafya, tarih, hesap vb. dersler; İngilizce sınıfında ise gramer, tercüme ve konuşma derslerinin okutulması kararlaştırıldı. Odadaki memurların seviyelerine uygun dört sınıftan birine devam etmesi ve dersleri tamamlayıp dil öğrenenlerin maaşlarının yükseltilmesi öngörüldü. Diplomatik yazışmalar ile ilgili olarak Tercüme Odası’na bağlı “Tahrirat-ı Ecnebiye Odası’’ açıldı. Kırım Savaşı nedeniyle İngilizce evrakların Hariciye Nezareti’ne gelmesi üzerine Tercüme Odası’nda İngilizce tercüme de yapılmaya başlandı. Tercüme Odası çalışmalarını 1871’e kadar sürdürdü. 1871’de Hariciye Nezareti’nin bir bürosu haline getirildi.

KAYNAK

İslam Ansiklopedisi

Türkiye’de Çeviri Etkinliği

Tercüme Odası

Öne Çıkan Görsel

Tags: