“Bu şehirde insanlar neden sokakta kahve içerek yürümüyor?” Tren istasyonunda ikimizinde treni kaçırması üzerine bir sonraki treni beklerken tanıştığım turist arkadaşımın sorusuydu bu. Biz her ne kadar İstanbul’un belirli semtlerinde al-götür kahve kültürünü görmeye alışmış olsak da yabancıların gözünde hala yok denecek kadar az yaygın bir alışkanlık olarak görünüyor. Hem arkadaşıma düzgün ve mantıklı bir cevap sunabilmek için hem de bende merak uyandıran bir soru olduğu için bu alışkanlığın çok yayılmamasının altında yatan olası nedenleri incelemek ve araştırmak istedim. 

Öncelikle, “Türk kahvesi” çeşidiyle tanımış olduğumuz kahve, gelişigüzel bir içecekten çok hatırı sayılır bir içecek olarak hayatımıza girmiştir. Eski zamanlarda sadece önemli günlerde, toplantılarda ve kutlamalarda ikram edilen özel bir içecek olup, sosyalleşmenin artmasında büyük bir faktör olmuştur. Türk kahvesiyle tanışıldıktan sonra sırf sosyalleşmek ve toplanmak amaçlı “kahvehaneler” açılmaya başlamış ve insanlar burada saatlerce oturup kahve eşliğinde sohbet etme alışkanlığı kazanmıştır. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır.” gibi atasözleri ve “Kahve bahane, sohbet şahane.” gibi birçok ifade kültürümüzde kahvenin toplumsal değerleri bir araya getiren önemli bir araç olduğunun kanıtıdır. Büyük ihtimalle kahvenin sosyal yaşantımızdaki bu etkisi, bugünkü gibi kahvemizi elimize alıp tek başımıza hızla tüketerek gerçekleşmemiştir. Ek olarak, bir Amerikan pazar araştırması şirketi olan NDP’nin verilerine bakınca, İspanya ve İtalya gibi kahve kültürünün gelenekselleştiği diğer ülkeler de kahveyi yürüyerek içmeyi tercih etmiyor. Bu iki ülkede de kahve siparişlerinin yalnızca %3’ü al-götür kahvelerden oluşuyor. 

Bu alışkanlığın fazla yayılmamasının bir başka kültürel nedeni ise çocukluğumuzdan beri büyüklerimizin bize ayakta yiyip içmememizi söylemesi olabilir. Çoğu zaman aceleyle bir şey atıştırırken veya içerken ayaktaysak oturmamız önerilir. Kim bilir, belki çocukluğumuzdan beri kulağımızdan eksilmeyen böyle uyarılar yetişkinlik döneminde de alışkanlıklarımıza etki ediyordur. Son zamanlarda ayakta yiyip içmenin sağlığa zararlı olduğu bilimsel olarak da kanıtlandığına göre yanlış öğretilmiş sayılmaz.

Son olarak, bizi al-götür kahve kültüründen uzak tutan en etkili sebep, tempolu şehir yaşamı ve kalabalık toplu taşıma araçları olabilir. Diyelim ki kahvemizi hızlı yaşamımızdan dolayı yolda içme kararı aldık, onu dökmeden yürüyebilmek neredeyse imkansız! Sürekli sallanan toplu taşıma araçları, kalabalık sokaklar, yanlışlıkla çarpan insanlar ve daha nicesi bu alışkanlığı edinmemizi büyük ihtimalle engelliyor ya da yavaşlatıyordur. 

Nedeni her ne olursa olsun, gün geçtikçe sanayileşen ve bireyselleşen hayatlarımızda hala hoşsohbet bir dost, arkadaş misali bir kitap veya dinlendirici bir müzik eşliğinde lezzetli ve özel bir içecek olan kahvemizin anlamına anlam katmaya devam ediyorsak, ne mutlu bize!

Çevirmenin Kahvesi

Çevirmenler olarak gecemiz ve gündüzümüz bir olduğu için kahvenin bizim hayatımızda yeri çok bambaşka. Tam da yukarıda bahsedildiği gibi, bizim kahvelerimiz hep oturarak içilir. Oturarak; bilgisayarın ve bize bakan çevirimizin karşısında. Fakat biz çevirmenler kahveyi sadece uykumuzu açmak için değil, uykuyu bir süreliğine beynimize unutturmak içeriz. Yetiştirilmesi gereken, son teslim tarihi gelmek üzere olan ve saatlerdir tek bir kelimesini araştırdığımız çevirileri yaparken kahvemiz hep yanımızdadır. Her şeye rağmen sevdiğimiz bu çeviri serüvenimizde bizi hiç yalnız bırakmayan ve psikolojik destek sağlayan kahveyi biz de çok seviyoruz ve alıp uzaklara götürmüyoruz! 

KAYNAK

Food&Wine

Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü

Milliyet Blog

Tags: