Eğitim hayatım boyunca hepsi aynı seviyede olmasa da İngilizce, Almanca, Rusça, Estonca ve Boşnakça gibi çeşitli dillerin derslerine katıldım. Özellikle “speaking/ konuşma” derslerinin benim için çok zorlayıcı olduğunu hatırlıyorum. Çünkü bu derslerde genelde ortaya belli bir konu atılır ya da bir soru sorulur; sırasıyla veya gelişigüzel cevaplandırılır. O anki stresi çoğumuz hatırlıyoruzdur sanırım. Ben genelde vereceğim cevabı ya da ortaya atacağım fikri düşünmekten insanların cevaplarını dinleyemezdim, hatta bazen benim fikrimin söylendiği olurdu.
Tam da o anda kızarır bozarırdım ama bir anda başka bir cevap çıkıverirdi. Kah dilbilgisi kurallarına uygun, kah değil…
İnsanların baskıyla öğrendikleri şeyleri unutmalarının daha zor olduğunu biliyoruz, benim de o anlarda öğretmenimin düzelttiği yanlışlarım çok daha nettir kafamda.
Aslında yabancı dil ediniminde ihtiyacımız olan tek şey yanlış ya da doğru şekilde olduğu fark etmeksizin ‘konuşmak’.
Peki konuşurken neden kaygılı, huzursuz oluruz? Kaygı nedir? Neden oluşur?
Kaygı:
-Kötü bir sonuç doğacak diye duyulan üzüntü, tasa.
-Strese tepki olarak ortaya çıkan karmaşık psiko-fizyolojik süreç.
Patolojik bir duygu olarak kaygı; korku, zorlanma ve endişe içeren karmaşık bir olumsuz duygu kombinasyonuna atıfta bulunur ve genellikle kalp atışında hızlanma, mide bulantısı, göğüs ağrısı ve nefes darlığı gibi fiziksel semptomlarla kendini belli eder (Spielberger & Sarason, 1975).
Bazı kaynaklarda ise kişiyi harekete geçiren bir uyarıcı olarak tanımlanmıştır.
‘Kaygı nedir?’ sorusuna birçok cevap bulduk, peki ya ‘dil öğrenim kaygısı’?
Dil öğrenme kaygısı, Daly (1991) tarafından “Bireyin sözel iletişim kurmakla ilgili yaşadığı korku ve kaygı” olarak tanımlanmıştır. Daly, aynı zamanda, bu kaygının nedenleri hakkında da birkaç düşünce öne sürmüştür.
Birinci neden olarak genetik yatkınlığı göstermiştir. Kaygıya eğilimli kişilerin iletişim anında da stresli olması muhtemeldir.
İkinci muhtemel neden ise iletişim eylemiyle ilişkilendirilen pekiştirme ve ceza durumlarıdır. Kişi iletişim sonunda uygun pekiştirmeler almışsa veya hataları sonunda herhangi bir ceza, kötü sonuç ile karşılaşmamışsa kişinin diğer iletişimlerde de sıkıntı çekmeyeceği düşünülüyor.
Daly tarafından yapılan üçüncü açıklama “insanların erken beceri ediniminin yeterliliği”dir. Dil öğrenmeye henüz yeni başladığımız zamanlarda dili etkin şekilde kullanır ve kendimizce hızlı beceriler geliştirirsek de iletişimsel bir problemle karşılaşmayacağımız düşünülüyor.
Dördüncü açıklama; dil öğrenen bireylerin geliştirebileceği “öğrenilmiş çaresizliktir”. Öğrenilmiş çaresizliğin ne olduğunu hepimiz az çok biliyoruzdur. Kişinin iletişimde sürekli olarak başarısız olması, onda çaresizlik ve yetersizlik hissi yaratır.
Son açıklama ise bireylerin uygun iletişim modellerine sahip olmamasıdır. Kişinin çevresinde ona rol model olacak insanlar sınırlıysa, katkı sağlayacak kimseler yoksa iletişim kaygısı ve başarısızlık riski de artar.
MacIntyre ve Gardner (1989), dil öğrenenlerin, dil öğrenmeye başladıkları anda kaygıya sahip olmadıklarını ifade etmiştir. Yani aslında kaygı, dil öğrenme sürecinde ortaya çıkan ”öğrenilmiş bir duygusal tepki”dir.
Dönem başında, ilk kez aldığınız bir derse ve henüz yeni tanıştığınız bir öğretmenin dersine girdiğinizi düşünün. Bu aşamada kaygı söz konusu değildir. Kaygılarımız, olumlu ya da olumsuz tecrübeler sonucunda ortaya çıkar. Bu olumsuz tecrübeler sürerse, kaygı öğrencilerin olumsuz öz-algılar oluşturmasına sebep olur. Bu da dil öğrenme sürecini ve performansı olumsuz etkiler. Pek çok araştırmacı kaygının temelini öğrencide değil; öğrencinin yaşadığı tecrübelerde arar. Bu da dil öğretmeninin öğrencilerde kaygı oluşumuna katkısı olabileceği anlamına gelmektedir.
En başta verdiğimiz konuşma dersleriyle ilgili örneğe geri dönecek olursak, 2006’da Liu üç farklı yeterlilik düzeyindeki katılımcılarla gözlem, ölçek, yansıtıcı günlükler ve mülakatlar kullanarak çok araçlı bir araştırma yapmış ve önemli bulgular elde etmiştir. Bu araştırmada her düzeyden katılımcı yabancı dil konuşurken kaygı yaşamış ancak daha yetkin olanlar daha az kaygı hissetmiştir. Bunun yanı sıra en yoğun kaygı, sınıfa hitap ederken ya da öğretmene cevap verirken; en az kaygı ise ikili iletişim esnasında yaşanmıştır. Bu katılımcılar yabancı dile maruz kaldıkça kaygı seviyelerinde de azalma görülmüştür.
Toparlayacak olursak, yabancı dil öğrenirken ve konuşurken yaşadığımız endişeler konusunda yalnız değiliz. Bu konu üzerinde yüzlerce araştırma yapılmış ve yapılmaya devam ediyor. Bizim kendimiz için yapacağımız en büyük iyilik ise öğrendiğimiz dile kendimizi daha fazla maruz bırakarak kaygılarımızı, korkularımızı yenmek.
______________________________________________________________________________
Kaynak
EverydayHealth