Yörede bayram havasında kutlanılan gelenek ve görenekler mevcuttur. Bazılarını biliyor ve birlikte kol kola kutluyoruz, bazılarından ise haberimiz bile olmuyor. Fakat öğrenince çok şaşıracağımız gelenek ve görenekler mevcuttur. Örneğin siz hiç Ölü Bayramı’ nı duydunuz mu? Hiç Yedi Levin’den pay aldınız mı? Veyahut kapınıza mendil atıldı mı? Gelin birlikte bu güzel insanların örf ve adetlerinden, Bir Iğdır Azerisi olan Yabancı Dil Bölümü Öğrencisi Nevruz ÖZTÜRK ile gerçekleştirdiğimiz bu hoş sohbet ve birlikte yaptığımız derlemeler içerisinde bahsedelim.
Görüştüğümüz arkadaşımızın adı Nevruz olduğu için ilk önce Nevruz Bayramından bahsedelim istiyoruz sizlere.
NEVRUZ
Türkler’le İranlılar’ ın ”Yılbaşı” olarak kabul ettikleri gün; Farsça bir sözcük olan ”Nevruz” terimiyle ifade edilmektedir. Sözcük ”yeni-gün” anlamına gelmektedir. On iki hayvanlı Türk Takvimi’nde görüldüğü gibi Nevruz, Türkler’de çok eskiden beri bilinmekte, günümüzde de törenlerle kutlanmaktadır.
Nevruz; Türkiye’de ”Sultan Nevruz”, Kırım’da ”Nawros”, Çuvaşistan’da ”Naurus”, Azerbaycan’da ”Norus-Noyrus”, Kazakistan’da ”Noyruz”, Özbekistan’da ”Nayruz”, Tataristan’da ”Noyruz”, Türkmenistan’da ”Noyruz” ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ise ”Mart Dokuzu” olarak isimlendirilmektedir. Aynı zamanda Trakya’ da da
”Mart Dokuzu” diyoruz.
Iğdır’da yaşayan Azeriler Nevruz bayramına çok önem vermekte, bayrama yaklaşık iki ay evvelden hazırlanmaya başlamaktadırlar. Çocuğu, genci, yaşlısı tüm halkın katılımıyla gerçekleştirilir nevruz. Hatta öyle ki ünlü markaların dükkanlarında bile Nevruzunuz Kutlu olsun yazar bu yörede. Geçmişte daha yoğun olarak gerçekleştirilen kutlamalar, günümüzde de değişen ekonomik koşullar ve kültürel yapının getirdiği yeni oluşumlarla her hanede kutlanmaya devam etmektedir.
Nevruz Öztürk diyor ki; Nevruz yaklaştıkça kimse kimsenin kalbini kırmaz. Ayrıca bu ay sadaka ayıdır, çok sadaka verilir. Hayırlı olan her işimizi bu ayda yaparız.
Biz 15-20 gün önceden buğday yeşertmeye başlarız. Nevruz gelene kadar 8cm olur. Yeşertilmiş buğdayla birlikte bir tabağa fısfasa böceği, bir tabağa dilimlenmiş ekmek, bir tabağa şeker bir de Kur’an-ı Kerim’ i koyar bunlarla yemeğimizi yeriz. Bunu yedi levin günü yaparız. Yemeği yedikten sonra bunlar sofrada kalır, yemekleri kaldırarak sofrayı temizleriz. Bu kez sofraya yedi levini getirir döker, pay ederiz. Burada çimlenmiş buğday bereketi simgeler, fısfasa böceği genellikle buğdayın içinde olduğu için o da bereketi simgeler, şeker tatlılık içindir, Kuran ise inancımız bol olsun; Kur’an yardımıyla hikmeti bol olan Allah bize versin diye koyarız.” Geçmişte mercimek ve buğday mutlaka gövertilir, buna gövermiş buğday denirdi. Gövermiş buğdayla da ‘halse‘ , ‘semeni’ denilen tatlı bir yiyecek yapılırdı. Bu günümüzde çok nadir yapılmaktadır.
”Son Salı (21 Marttan bir önceki Salı) hangi tarihe rastlarsa o günden itibaren kutlamaya başlıyoruz, biz o güne-Ahır Çarşamba, Tek Çarşamba diyoruz.” Ahır Çarşamba yılın son Çarşambasından bir gün öncedir. Çarşamba günü uğursuz bir gün kabul edilir ve hayırlı işler Çarşamba günü yapılmaz. Ahır Çarşambayla 21 Mart arasındaki gün sayısı altı gün de olabilir bir gün de olabilir, böyle yapmaktaki amaç; Çarşambayı dışta bırakmaktır. Tıpkı yabancıların 13. Cuma’sı gibi.
YEDİ LEVİN
Nevruzun en önemli bölümünü ”yedi levin” oluşturmaktadır. Yedi levin alışverişine Ahır Çarşambadan iki gün evvel gidilir.
Dedelerimiz anlatırdı yedi levinin yedi olmasının nedeni gökkuşağı ile ilgiliymiş. Gökkuşağı baharda çıkıyor. Gökkuşağından simgelenerek en az yedi olmuş sekiz, dokuz, on da olabilir ama yedi çeşit mutlaka olur o kapta. Yedi levin tatlı yiyeceklerden oluştuğu için tatlı olarak da yorumlanır.
Eskiden yedi levini, yörede yetişen, kıştan bahara kalan yiyecekler kapsamakta, bu yiyecekleri kuru kayısı, dut kurusu, iğde, susam, kaysı çekirdeğinin içi (şimdiki bademin yerini tutmaktaydı) çedene, şeker ve kavurga ( buğdayın saç üzerinde kavrulmuş hali ) oluşturmaktaydı. Iğdır’da yaşayan Azeriler yedi levini mutlaka yapmakta, olmazsa olmaz dedikleri bu geleneğin nedenini de şöyle anlatmaktadırlar; ”Yılın ahır teki olduğu için; nasıl ki eski yılı kovalama bu da yeni yılı kucaklama anlamına gelir. Yeni yılın sevincini; şekerlerle, yiyeceklerle, aileyle karşılarız.”
YEDİ LEVİN HONÇASI
Yörede Navruz zamanı gerçekleştirilen en önemli geleneklerden birisi de nişanlı kıza götürülen yedi levin honçasıdır.”Nişanlı gelinimize yedi levinden birkaç gün önce yedi levin honçası götürürüz. Alınacakların listesi hazırlanır, nişanlı kızın yedi levininde yiyeceklerin en kalitelisi seçilir. Yedi levin honçası akşam ezanı okunmadan hazırlanmaya başlanır. Büyük bir tepsinin içine bir kaç tane mum yakılır, gelin için özenle seçilmiş yiyecekler bu tepsiye konur, üzerine de maddi durumuna göre ya bir elbiselik ya da bir altın konur. Ev halkı için ufak tefek hediyeler konularak honça düzülür. Tepsinin üzerine de kırmızı bir eşarp örtülür. Akşam ezanı okunduktan sonra evdeki genç delikanlılardan biri (oğlan evinden gittiği için götürenin oğlan olması şarttır) evdeki bir kadınla birlikte (anne veya yengesiyle) honçayı götürür. Yedi levin kız evine bırakılır. Hane halkı toplanır, kızın kaynatasından ve nişanlısından gelen honça açılır. Kız evinde daha önce hazırlanan yedi levinin içerisine nişanlı kızın yedi levini katılır karıştırılır. Oğlan evinden gelen misafirlere de o karışımdan pay ayrılır.” Nişanlı kıza giden yedi levinle, kız evinde daha önce hazırlanan yedi levinin karıştırılmasını yöre halkı şöyle anlatmaktadır; ”Kızın kaynatası ve nişanlısı tarafından gönderilen yedi levin evdekiyle karıştırılır ki iki aile kaynaşsın, bütünleşsin, birlik olsun.”
Yedi levin honçasını götüren gence kız evi pay olarak; çorap, gömlek, boyanmış yumurta verir, bu hediyeye de ”halet”adı verilir. Veren, al bu senin haletin der. Genç, haletimi aldım haletimi verdiler der. Kız tarafı da buna karşılık oğlan evine ziyarete gitmekte, ev halkına hediyeler götürmektedir.
ATEŞ YAKMA (BACA BACA)
Ahır Çarşamba’da yapılan ateş yakma, uygulamaların en önemlileri arasında yer almaktadır. Konuyla ilgili kaynak kişi derlemeleri şöyledir; ”Biz mendil salmaya da, ateş yakmaya da baca-baca deriz. Dedelerimiz derdi ki; Navruz yılın değişimi, Navruzla birlikte tabiat şartları değişir, atmosferde değişiklik olur, bu ateşi Navruz’dan bir ay önce yaksak, ne bu kadar ısı verir ne de bu kadar ateş yükselir. Navruz’la, baharın gelmesiyle birlikte havadaki oksijen miktarı da artar. Onun için Navruz’da yakılan ateş büyük olur.”
Baca-baca ateşin Ergenekon’dan çıkışı olarak söylenir, ateşle dağı delmişler. Ateş aynı zamanda haberleşme aracı olarak da kullanılmaktadır. O da şöyle; peygamberler döneminde taarruz emrini gece yapılan savaş haberlerini ateşle birbirlerine ulaştırırlardı. Bugün ise Navruz ateşi olarak yakılmaktadır. Geçmişte baca-baca evlerin damında yapılmaktaydı, bu uygulama günümüzde tamamen kalkmış durumdadır. Ahır Çarşamba gecesi yapılan baca-baca bahçelerde, evlerin önünde, sokak aralıklarında yapılmaktadır. ”Eskiden baca-bacayı damın üstünde yapardık, işaret olsun herkes görsün diye, görünen yerde olması daha çok mutluluk verir.”
Ateş yakmaya neden baca-baca dediklerini yöre halkı şöyle anlatmaktadır; ”Eskiden evlerimizde pencere yoktu, meskenlerin üzerine bir insanın girip çıkabileceği büyüklükte bir baca açılırdı, o hem baca görevini hem de pencere görevini görür. Biz yemeklerimizi pişirmek için ateş yaktığımız yere de baca deriz.Bir evin bacası ( duman çıkan yer ), bir de ateş yakılan yer, ikisi birden baca-bacadır.”
Nevruz’da bir kez ateş yakılmaktadır, ahır çarşambada herkes kendi evinin önünde ateşini yakar ama herkes birbirinin ateşinden atlayabilir. ”Dilek tutarak defalarca atlarız atlarken de; –ağırlığım uğurluğum bu ateşin üstüne, deriz. Genel olarak; hastalıkların, kazaların, belaların bu ateşle birlikte ateşte yanacağına inanırız. Kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk, herkes atlar. Atlayamayacak durumda hasta, sakat varsa onların yerine de bir başkası niyet ederek atlayabilir. O gün evlerin, avluların kapıların lambaları hep yanar.”
MENDİL ATMA
Bu geleneğin temelinde çocukları sevindirmek, yedi levinden onlara da pay vermek vardır. Mendil atma geçmişe göre farklı uygulamalarla gerçekleştirilmektedir.”1950’li yıllarda evlerin pencereleri yoktu, baca olurdu, Ahır Çarşamba’da yedi levin paylaşılırken çocuklar bacadan dama çıkar, bacadan evin içine mendil sarkıtılırdı, evler yüksek olmadığı için bir eşarp bir de kolunu uzattığı zaman yere ulaşırdı, kimseye görünmeden ev halkına seslenirdi; -baca-baca payımı verin! Burada önemli olan görünmeden rızkı istemektir. Ev halkı da o sırada paylaştıkları yedi levinden eşarbın ucuna bağlar, damdakiler de eşarbı geri çekerdi.”
Günümüzde baca olmadığı için bu uygulama kapı yada pencereden yapılmaktadır. Fakat bu değişiklik ”Kapıdan ya da pencereden kim olduğu görünüyor, burada esas olan görünmemektir, biz nasıl ki tanrıyı görmeden rızık istiyoruz, çocuklar da bize görünmeden istiyorlar” şeklinde açıklanmaktadır. Çocuklar mendil atmayı sabırsızlıkla beklemekte, köydeki bütün çocuklar bu uygulamaya katılmaktadırlar. Toplu olarak dolaşan çocuklar, baca-bacayı bitirdikten sonra, topladıkları yedi levini eşit olarak paylaşır ve evlerine dağılırlar.
NEVRUZ YUMURTASI
Yumurta boyama ve dağıtma da Ahır Çarşamba’da olur. Herkse gücüne göre, eşinin dostunun akrabasının sayısına göre yumurta boyamakta, boyanan bu yumurtalara ”bayram yumurtası” denmektedir. Boyanan yumurtaların sayısı; yirmi otuz hatta yüze kadar ulaşmaktadır. Yumurtalar Ahır Çarşamba’da eve gelen çoluk çocuk herkese verilmektedir. Akrabalarımıza çoluğumuza, çocuğumuza göre biriktirdiğimiz yumurtaları; bir kazanın içine bir sıra soğan kabuğu, bir sıra saman, bir sıra yumurta olmak üzere dizer kaynatırız. Asıl amaç yumurtaları tokuşturmaktır. Nevruzda çok yumurta kırmak çocuk için hem sevinç hem de zaferdir. Yumurta tokuşturma, ahır çarşambada başlamakta, nevruz bayramı akşamına kadar devam etmektedir. Çocuklar yumurtaları hem yedi levinde mendil atarak hem de kapı kapı dolaşarak toplamaktadırlar. Ev ev dolaşan çocuklar bayramdan dolayı hakları olduğunu bayramçalığımızı verin diyerek ifade etmektedirler.
KULAK ASMA
Yedi levin gecesi (ahır Çarşamba’da) dilek tutularak kapılar dinlenmekte, dinleyen tuttuğu dileğe göre ne duyarsa ona göre yorum yapmaktadır. Bu uygulamaya yörede ”kulak asma” denmektedir. Yöre halkı o gece kapılarına kulak asılacağını bildikleri için o gün hep iyi konuşmakta, kötü konuşmamaya dikkat etmektedirler. ”Biz yedi levin gecesi isteklerimizin gerçekleşip, gerçekleşmeyeceğini kulağımızla duymak isteriz. Gençlerimiz niyetini tutar o niyetle ahır Çarşamba’da komşulara kulak asmaya gider, giderken de alinde bir desti su götürür, camın altında durur, ev halkının konuşmalarını dinler. Konuşulanlardan kendine ait bir pay ayırır. Eğer konuşurlarsa; al bunu da sana verelim bu da senin olsun, camın altında kulak asan; çok güzel konuştu ben nasibimi alacağım diye aklından geçirir. Elindeki bir desti suyu cama serperek kaçar. Ev halkı da arkasından seslenir; Aydınlığa çıkasın.’ der.
Kaynakça:
Derlemenin Sayfası
Öne çıkan görsel
Yedi Levin
Nevruz
h