Jacob Anthony De Camillis Kimdir?
Kendisi Vancouver, Kanada’da doğmuş, büyümüştür. Köken olarak İrlandalı, Gallerli, Slovenyalı, Fransız ve İtalyan melezdir.
Simon Fraser Üniversitesi, British Columbia Teknoloji Enstitüsü, Vancouver Koleji’nde dilbilim, İngiliz edebiyatı, teknik yazı ve TESOL (Ana Dili İngilizce Olmayanlara İngilizce Öğretimi) eğitimi almış ve 2012 yılından beri Türkiye’de yaşamaktadır. Dört sene Giresun Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmış olup ayrıca ders anlatmış ve tercüme de yapmıştır. Karadeniz Araştırmalar Dergisi gibi çeşitli dergiler ve akademik kitaplarda redaksiyon yapmış olan Jacob Anthony De Camillas ayrıca Zeynep Kaçar ve Memet Baydur gibi çeşitli Türk tiyatrocularının seçilmiş oyunlarını da İngilizceye kazandırmıştır.  
Kendisi için “Artık İzmirliyim ve tam zamanlı serbest Türkçeden İngilizceye tercümanım.” demektedir.

Sizleri bu çok keyifli röportajımız ile baş başa bırakıyoruz. Keyifli okumalar dileriz..

1- Kökeniniz birçok kültürü barındırsa da arasında Türkiye bulunmamakta. Buna rağmen sıkı bir Türkçe sevdalısısınız. Türkçeye olan bu aşk nasıl başladı?

İlk sevgilim Türk asıllı Kanadalıydı. Eskişehirliydi ama Isparta’da doğup İstanbul’da büyüdü. Ayrıca onun ailesi bana sahip çıktı, beni manevi anlamda evlat etti. Türkçe ve birazcık Kırım Tatarcası da onlardan öğrendim. Daha doğrusu onlarla bol bol vakit geçirerek Türkçe edindim çünkü etrafımda hep o konuşuluyordu.

2Türkçe öğrenirken ne gibi süreçlerden geçtiniz? Bu süreçte ne tür konularda zorlandınız?

Kursa gitmedim, özel ders almadım. Gözlerimle ve kulaklarımla bebek gibi öğrendim Türkçe. Elimde gramer kitabı da yoktu. Zaman gittikçe her şey anlayıp düşünmeden konuşmaya başladım. Kitap deli gibi okuyarak kendimi geliştirdim. Damlaya damlaya göl olur. Telaffuzda zorlandım en çok, ki hala zorlanıyorum. Bunu derken aksanımın kimliğimin bir parçası olduğunu kabul edip yoluma devam ettim. Ne dediğin onu nasıl dediğinden daha önemlidir bence.

“Ne dediğin onu nasıl dediğinden daha önemlidir bence.”

3– Türkiye’deki dilbilim alanı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Antropolojinin ve astronominin olduğu gibi dilbilim de maalesef az okunan ve az bilinen bir alandır Türkiye’de. Bildiğim kadarıyla tek Boğaziçi Üniversitesi’nde doğru düzgün bir dilbilim bölümü var. Okunmalı. İnsanoğlunun nereden geldiğine ve nereye gideceğine ışık tutan bir alandır. Hiçbir dil saf değil. Kullandığımız her kelimenin bir geçmişi var. Yeni kavramlar için yeni kelimler de dilbazlar ve dilseverler tarafından üretiliyor. Benim ilgi alanım kaybolan dillerdir. Bir lisan kaybolunca dünyamıza bakabileceğimiz bir pencere de kaybolur. Bence bu çok üzücü bir durumdur. Rahmetli annem bana İrlandaca (Irish Gaelic) öğretmeye çalıştı. O da Batı İrlanda’daki Gaeltachtaí denilen ancak birkaç köyde anadili olarak konuşuluyor artık. Zaman gittikçe Gaeilgeoirí denilen anadili İrlandaca olanların sayısı hızlı azalıyor. Maalesef Anadolu ve Trakya’da Ladino (İzmir ve İstanbul’daki Sefarad Yahudileri tarafından konuşulan çok eski bir İspanyolca lehçesi), Pontus Rumcası, Hemşince, Lazca, Süryanice, Batı Ermenicesi, Pomakça gibi bir sürü kaybolan dil var. Kaybolmasın. Bu dilleri konuşan teyzelerin ve amcaların hikâyeleri kaybolmadan kaydedilsin. Sözlükler yazılsın, ki gençlere öğretilip onlar da konuşsunlar, o dillerde yeni edebiyat yazsınlar. Manevi ailem tarafından biraz Tatarca öğrendim demiştim. Kırım Tatarcası yoğunlukla Eskişehir’de, özellikle Alpu ilçesinde konuşuluyor. Yaşlıların hepsi onu seller sular gibi konuşurken gençler ise anlayabilip konuşamıyorlar. Tatarcayı öğreten kitaplar da yok, baktım. Kursalar da yok. Çok yazık, çok…

4- Türkiye’de var olan yabancı lisan eğitimini kendi ülkesindekiyle kıyasladığında neler söyleyebilirsiniz? Türkiye’de karşılaştığı İngilizce konuşan insanların İngilizcesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Onlara ne önerirsiniz?

Kanada’nın nüfusu İranlılar, Çinliler, Hintliler, Koreliler, Yunanlılar, Ukraynalılar, İtalyanlar, Polonyalılar, Portekizler, Lübnanlılar, İsrailliler, Amerikalılar gibi dünyanın her köşesinden gelen göçmenlerden ibarettir. Başka bir deyişle hemen hemen herkes kendi anadili dışında kırık dökük İngilizce veya Fransızca konuşuyor. Milletin tek derdi kendi derdini anlatabilecek kadar İngilizce/Fransızca bilmek. Çoğumuz renkli aksanlarla konuşuyoruz ve gayet iyi anlaşıyoruz. Kısacası dil araçtır, amaç değil. Türkiye’ye gelelim, devlet eğitim sisteminde dil araç değil, amaç olarak görünür. Öğrencilere fiil çekimleri ve kelime listeleri ezberletilirken, iletişim öğesi neredeyse yok. Buna ek olarak Türkiye’deki sınav sistemi öğrenci için büyük bir stres kaynağıdır. Hâlbuki, hiç kimse kendi anadilini bu şekilde öğrenmez. Annelerimiz babalarımızla iletişim kurabilmek için, yani ihtiyaçtan anadilimizi öğreniriz, hem de şakır şakır. İmtihan yok, stres de yok! Hiç kimse titreye titreye past perfect mi yoksa past simlple mi kullansam diye düşünmez çünkü anadilimizi (ve nadiren ikinci dilimizi) düşünmeden konuşuruz. İşte dile karşı bakış açımızın ve zihniyetimizin değişmesi lazım. Öğrencilerin hata yapmaktan korkmamalarını ve eğlenerek öğrenmelerini öneririm. Gramer kitapları ezberlemektense yabancı filmleri seyretsinler, turistlerle her fırsatta korkusuzca konuşsunlar.

5- Giresun gibi küçük ve gelenekçi bir yerde sizi oraya bağlayan şeyler nelerdi? Bir yabancının gözüyle neleri fark ettiniz? İstanbul gibi kozmopolit bir şehide değil de nispeten daha küçük bir şehirde yaşamak size Türk kültürü hakkında neler öğretti?

En çok dostlarım ve anılarım beni Giresun’a bağlıyor. Ayrılınca iki göz iki çeşme ağladım. Dört sene az bir zaman değil. Toplumunun oldukça kapalı olmasına rağmen Giresunlular baha sahip çıktı ve çok iyi davrandı. Küçücük şehirlerde herkes birbirini tanıyor ve birbirine bakıyor, ki büyük metropollerde bu artık yok. Geleneksel Doğu Karadeniz kültürünün bir kısmı hakkında çok şey öğrendim. Şu yemyeşil, sis kaplı yaylalara sık sık çıkıp köylerde kalırdım, teyzelerle amcalarla bardak barak tavşan kanı çayı içerek saatlerce sohbet ederdim. Köy hayatı umarım kaybolmaz.  Dahası şivelerden yemek tariflerine dek ilçeler arasında müthiş çeşitliliğin olması çok hoşuma gitti. Örneğin; Bulancak’ta söylenen bir atasözü Keşap’ta bilinmez olabilir. Kimisi karalahana (pancar) çorbasına salçayı katar, kimisi kuyruk yağını. Alucra ve Şebinkarahisar gibi İç Giresun’daki ilçelere gelelim, kültür ve ağız özellikleri açısından her ikisi de Sivas’a kaçmış. İşte zenginlik.

6- Kendi geleneklerinizle karşılaştırdığınızda en zor Türk geleneği hangisi?

Benim için yok öyle bir şey. Bulunduğum yerin yerlisi olmaya çalışırım hep. İzmir’deyken İzmirliyim, Giresun’dayken Giresunluyum, Eskişehir’deyken Eskişehirliyim. Gözlerim ve gönlüm Türklere ve Anadolu’nun rengarenk kültür mozaiğine hep açık kalsın, onun bir parçası olsun istiyorum.

7- Geleneksel Türk yemekleri hakkında ne düşünüyorsunuz, örneğin imam bayıldı ve kalburabastı tattan öte sizin için anlam karışıklığı yarattı mı?

Hastasıyım! En sevdiğim iki yemek hünkâr beğendi ve zeytinyağlı bamya yemeğidir. Bir de boyoz – yanında közde haşlanmış yumurta ve kıpkırmızı çay. Mis! Açıkçası yemeklerin adalarını renkli ve yaratıcı buluyorum. Hatta tam olarak bunu araştıran içine Türk kaçmış İngiliz bir arkadaşım var. Acaba menemen Menemen ilçesinden mi geliyor yoksa?

8- Çeviri yapmayı düşünüyor musunuz? İyi bir çevirmen olmak için dil bilmek yeterli mi?

Türkçeden İngilizceye tıbbi, akademik, edebi, teatral tercüme yapıyorum. Çocukluk hayalim gerçek oldu. İyi bir çevirmen olmak için dil bilmek yetmez. Bence hedef dil çevirmenin anadili olmalı. Çevirmen kendi anadilinde yetenekli bir yazar olmalı ve kaynak dilde çok iyi bir okur olmalı. Çeviri yaparken okurunu düşünmeli, kitlenin bilgi yapısını, kültürünü, zihniyetini çok iyi bilmeli. Çevirmen meraklı ve kozmopolit olmalı. Deli gibi okumalı, araştırmalı. Kendini geliştirmeye, kendi ufkunu genişletmeye açık olmalı. Tercüme yaparken yazarın kullandığı sözcüklere değil, onun ifade ettiği mesajına sadık kalmaya hedeflerim hep, sanki yazar Kanadalı olup İngilizce yazmış gibi.

9- Çeviri Blog’ta da aktif olarak çeviri haberleri paylaşıyor ya da çeviri ile bilgilendirici paylaşımlar yapıyorsunuz. Bunun için içinizdeki akademisyene mi yoksa çeviri tutkusuna mı teşekkür etmeliyiz?

Kesinlikle çeviri tutkuma teşekkür etmelisiniz. Çevirmenlik benim için hem kariyer hem yaşam tarzıdır. Para peşinde koşmam.

“Çeviri aracıyla âşık olduğum ve bana kollarını açan Anadolu kültürünü İngilizce konuşan dünyayla paylaşmak istiyorum.  Barış ve anlayış ancak köprüler kurularak gerçekleşir.”

10- Bir çevirmen sadece ana dili yönündeki metinleri mi çevirmelidir? Örneğin siz sadece İngilizceye mi çeviri yapmalısınız?

Bunun için net bir cevap veremem. Kendi adıma anadilimin İngilizce olduğu için, ayrıca neredeyse bütün eğitimimi İngilizcede gördüğüm için Türkçeden İngilizceye çeviri yapmayı tercih ediyorum, böylece benim için daha rahat olur. Böylece daha kaliteli bir metin ortaya koyabileceğimi düşünüyorum, çeviri gibi kokmasın diye.

11- Türkiye’de yaşamak isteyen yabancılara ne önerirsiniz?

Türk kültürünü ve Türkleri anlamak için Türkçe öğrenmeye çalışmalılar. Öğrenince Kars’tan Muğla’ya kadar Türkiye’nin inanılmaz zengin ve karmaşık bir ülke olduğunu ve halkının çok güzel ve sıcakkanlı olduğunu fark edecekler. İyi ki geldim ben. Artık başka bir ülkede yaşayamam, yaşamak istemem. Türkiye hep memleketim olsun. Tanıdığım pek çok Türkiye’de 10, 20, hatta 40 senedir yaşayan yabancı aynı şeyi söylüyor.
Belki hepimiz deliyiz, ama çok mutlu deliyiz.

12- İngilizcesini geliştirmek isteyen çevirmen adaylarına önerileriniz nelerdir?

İlk önce, İngilizcenin ancak Amerika ve İngiltere’de değil, Kanada, Yeni Zelanda, Avustralya, Karayıp Adaları, Filipinler, Hindistan, Hong Kong, Galler, İskoçya, İrlanda, Zimbabwe, Güney Afrika gibi bir sürü bölge/ülkede konuşulduğunu ve hepsinde birer kendi kültürünün ve kendi edebiyatının olduğunu bilmeli çevirmen adayı. Maddi imkânı varsa İngilizce konuşulan bir ülkede en az bir sene kalmalı. Eğer maddi imkânı yoksa YouTube ve NetFlix üzerinden İngilizce video klipleri, dizileri, filmleri izlemeli. İngilizce müziklerini dinlemeli. Kitap ve yabancı gazete deli gibi okumalı. Kendi anadilini de ihmal etmemeli.

Teşekkür

Kendisine, bizi kırmayarak röportaj teklifimizi kabul ettiği için teşekkür ederiz.
İyi ki ülkemize geldiniz, iyi ki Çeviri Bloglu oldunuz.

Röportaj: Melis Pelin MOLU, 28.01.2019

Tags: