1) Nâzım…
Nâzım Hikmet, 15 Ocak 1902’de Selanik’te dünyaya geldi. 1913 yılında Mekteb-i Sultani’ de ortaokula başladı. Aynı yıl ilk şiiri olan Feryad-ı Vatan’ı yazdı. 25 Eylül 1915’te Heybeliada Bahriye Mektebi’ne girdi. Mezuniyetinden sonra Hamidiye gemisinde, güverte stajyer subayı olarak görevlendirildi. 17 Mayıs 1921’de aşırıya kaçan hâlleri olduğu gerekçesiyle ordudan çıkarıldı.
Nâzım’ın babası, Matbuat umum müdürlüğü ve Hamburg konsolosluğu yapmış olan Hikmet Bey, annesi Ayşe Celile Hanım’dır. Celile Hanım’ın dedesi Alman kökenli Osmanlı generali Mehmet Ali Paşa yani Ludwig Karl Friedrich Detroit’tir. (Ludwig Karl Friedrich Detroit 12 yaşında Hamburg’dan kalkan bir gemide çalışırken, gemi İstanbul limanında demirlediği sırada kaçarak Osmanlı Devleti’ne sığındı. Osmanlı Devleti’ndeki kıdemli devlet adamlarından Mehmed Emin Âli Paşa’nın himayesine girdi. Harbiye’ye girerek Mehmed Ali adını aldı ). Celile Hanım’ın kız kardeşi olan Münevver Hanım, şair Oktay Rifat’ın annesidir.
Port-Said’li Mansur’um on üç on dört yaşında.
Yalnayak, başıkabak, oturur boya boyar
aynalı, çıngıraklı sandığının başında.
İskarpinler, papuçlar, postallar, kunduralar,
tozlu, çamurlu,umutsuz,
çıkar aynalı sandığa.
Fırçalar kanatlanır, parlar kızıl kadife.
İskarpinler, papuçlar, postallar, kunduralar,
sevinçli, dipdiri, genç,
umutlu, pırıl pırıl,
iner aynalı sandıktan.
Mansur’um kara kuru,
hurma çekirdeği gibi.
Mansur’um tatlı.
Mansur’um hep aynı şarkıyı söyler: Ya ayni, ya habibi!..
Port Said’i yaktılar, öldürdüler Mansur’u.
Bu sabah gazetede gördüm:
Ölülerin arasında bir küçük ölü.
Ya ayni ya habibi!
Hurma çekirdeği gibi…
(Ya Ayni Ya Habibi, Nâzım Hikmet)
2) Moskova Yılları
Nâzım Hikmet, Milli Mücadele’ye katılmak için arkadaşı Vâlâ Nureddin (Vâ-Nû, Türk gazeteci, yazar) ile 1920 yılında Anadolu’ya gitti. Bolu’da öğretmenlik yapmaya başladı. 1921 yılında Batum üzerinden Moskova’ ya geçti. Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinde siyasal bilimler ve iktisat okudu. Burada devrim hareketlerine şahitlik etti ve komünizm ile tanıştı. 1924’ te Moskova’ da, ilk şiir kitabı olan 28 Kanunisani’yi yazdı ve kitap aynı yıl sahnelendi. 1924 yılı bitmeden Türkiye’ye döndü, Aydınlık Dergisinde çalıştı. Burada yazdığı yazılar nedeniyle on beş yıl hapsi istendi. N. Hikmet bu kez yeniden Sovyetler Birliği’ne gitti. 1928’de çıkan Af Kanunundan yararlanmak istedi ve Türkiye’ye döndü. Resimli Ay dergisinde yazmaya başladı. 1938’de yirmi sekiz yıl hapis cezasına çarptırıldı. On iki sene tutuklu kaldı. Bu tutukluluktan sonra askere alınıp, öldürüleceğini düşünen N. Hikmet, 1950 yılında Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’ne gitti. 25 Temmuz 1951’de Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarılmasının ardından, büyük dedesi Mustafa Celaleddin Paşa (Konstantin Borzecki)’nın memleketi olan Polonya’nın vatandaşlığına geçerek Borzecki soyadını aldı. 2009 yılının 5 Ocak Günü Bakanlar Kurulu kararının yürürlükten kaldırılması için çalışmalar yapıldı. Dönemin hükûmet sözcüsü Cemil Çiçek, 1951 yılında vatandaşlıktan çıkartılan Ran’ın yeniden Türk vatandaşı olmasına ilişkin önerinin Bakanlar Kurulunca oylanarak kabul edildiğini söyledi.
3) Bir Şair Olarak Nâzım Hikmet
Nâzım
Hikmet ilk şiirlerini hece ölçüsüyle yazsa da yıllar geçtikçe şiirde yeni
formlar aramaya başladı. Sovyetler Birliği’nde geçirdiği 1922 ile 1925 yılları
arasında bu yeni formlar üzerinde yoğunlaştı. Mayakovski ve fütürizm yanlısı genç
Sovyet şairler, onun şiir üslubunu ve temalarını etkiledi. Hece ölçüsünü
bıraktı, Türk şiirinde serbest ölçüyü uygulayan ilk şair oldu. Hem içerik hem
de biçim bakımından döneminin şairlerinden ayrıldı. Türkçenin sessel
özellikleri ile ahenk yaratan şiirler yazdı.
“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
Yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim….
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim…”
(Davet, Nazım Hikmet)
Birçok sanatçı N. Hikmet’in eserlerini besteledi. Bunlardan biri de Yunan besteci Manos Loizos’tur. “Salkım söğüt” adlı şiirini Ethem Onur Bilgiç 2014 yılında animasyon film olarak izleyiciye sundu. Film, 21. Uluslararası Altın Koza Film Festivali, 15. Uluslararası İzmir Kısa film Festivali gibi birçok önemli festivalde ödül aldı. UNESCO, 2002 yılını Nâzım Hikmet Yılı seçti. Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığının katkıları ile Yeni Dünya plak şirketinin ve besteci Suat Özönder’in işbirliğiyle “Şarkılarda Nâzım Hikmet” adlı bir albüm hazırlandı.
4) Çevirmen Nâzım Hikmet
N. Hikmet, Kemal Tahir’e yazdığı mektupların birinde (119. mektup) çeviriyi şöyle tanımlar:
Ben tercümeden şunu anlıyorum: Tercüme edilen eserin yüzde yüz Türkçeleştirilmesi değil. Yani tercüme romanı okuduğun zaman, sanki onu bir Türk muharririnin yazdığını sanmayacaksın. Bilakis onu hangi milletin, hangi devirdeki muharriri yazmışsa o milletin, o devirdeki muharririni okuduğunu anlayacaksın. Yani tercümede bir Rus muharriri İle bir Fransız muharriri tercümeyi yapan Türk muharririnin diliyle değil, kendi dilleriyle konuşacaklar. Bunun için bir çeşit stilizasyon lazımdır.(Hikmet 1991: 221)(stilizasyon: biçemleme, TDK)
İkinci mektubunda ise (120. mektup) çevirinin, dillerin zenginleşip, gelişmesine nasıl katkıda bulunabileceğine değinir N. Hikmet:
Mesela Ruslar, sevgi sözü olarak güvercinim tabirini kullanırlar, biz gözümün nuru, gözbebeğim filan deriz. Bence bunları tercüme ederken ille de bizde güvercinim filan denmez diye yavrucuğum filan dememeli, Ruslar da bizden tercüme ederken gözümün nuru Rusçada denmez diye güvercinim diye tercüme etmemeli, biz bizim dile güvercinim tabirini, onlar kendi dillerine gözümün nuru tabirini sokmalı. (Hikmet 1991: 226)
N. Hikmet’in çeviri hakkındaki fikirleri, Türkiye’de 1940’tan bu yana gelişen çeviri hareketlerini şekillendirmiş ikinci önemli anlayıştır. Bunların ilki, Nurullah Ataç’ın başlattığı, Sabahattin Eyüboğlu ile Can Yücel’in temsil ettiği, yazarları ayırmaksızın hepsini belirli, akıcı bir Türkçeyle çevirme hareketidir. Nâzım Hikmet ise bu hareketi benimsemek istememiş, yazarın biçemini, dilini yansıtma anlayışını öne çıkarmıştır. Onun başlattığı çizgiyi Suut Kemal Yetkin ve Tahsin Yücel izlemiş, 1960’lara dek birçok çevirmen bu görüşü benimsemiştir (bkz. Aksoy 2003).
Şair, romancı, oyun ve anı yazarı olan Nâzım Hikmet yüzden fazla esere imza atmıştır ve eserleri elliden fazla dile çevrilmiştir.
Kaynakça
https://www.wikipedia.org
https://www.insanokur.org/bir-cevirmen-nazim-hikmet-yrd-doc-dr-sevdiye-koksal/
http://hafifmuzik.org/haber/sicilyadaki-mermere-kazinan-siir/
http://www.siirimindili.com/component/siirler/?task=sdetay&sid=3252&katid=10