Düzensizliğin düzene giriş macerasını hissetmektir müziğin beynimizde işlenişi. Bunu, tabiatın tertip ilkesi olarak da nitelendirebiliriz elbette. İstemsizce duyularımızın algıladığı her şey beynimiz tarafından matematiksel olarak kodlanır; bu algoritmanın dışına çıkan ne varsa “uyumsuz” duruma düşer, hoşnutsuzluk hissiyatı verir. Dinlediğimiz her ses dalgasını çözmeye, bir ritme oturtmaya çalışmamızın sebebi de budur. Elbette oturttuğumuz bu düzenin de beynimizle kolektif olarak çalışması gerekmektedir ki hissiyatımızı yansıtsın. Gerek biz dinleyebilelim gerek de (becerilerimizle birlikte bahsi geçmiş olan dalgaları kendi ellerimizle eğip bükebilelim.) besteleyebilelim. Bu uyuşma durumuna “akort[1]” diyeceğim, müzisyenlerin enstrümanlarından çıkacak her ses dalgasını birbirlerine uydurması olarak aklımıza kazınmış bu nitelendirme, aslında müziğin beynimizde işlenme evresi olarak da ele alınabilir. Yani her hissiyatımıza uydurabileceğimiz ses dalgaları mevcuttur, bunları evirip çevirmek daha önce de söylediğim gibi becerilerimize kalmıştır. Ses dalgaları duyulabilir, hislerimiz ise anlaşılabilir. Duyular arası bir çeviriden bahsediyorum aslında derinden incelersek. O hâlde her duygumuzun nota olarak karşılıkları mı var? Evet.
Müziğin duyguları uyandırıcı, tetikleyici etkileri olduğu bariz bir şekilde ortadadır. Bunu gerek kendi yaptıklarınıza bakarak gerek tarihi inceleyerek fark etmeniz mümkündür. Hüzünlü bir insanın Funky; savaşa giden bir odunun arabesk dinlemek istememesi hissiyatları ile ses dalgalarının bir armoni içinde olmaması, akortlarının uyuşmamasından kaynaklanmaktadır.
Jacques Attali politik anlamda müziği dolaylı bir şekilde “silah” olarak ele alıyor Gürültüden Müziğe adlı kitabında. Ben çeviri perspektifinde müziği bir “enstrüman[2]” olarak inceleyeceğim. Bir benzetme yapacak olursak, müzik grubu ile çok güzel anlatılabilir bu durum. Temelde altyapı ve melodi olarak alabiliriz bir grubun yaptığı icraatı. Arkada kalan ritim ve şarkının alt yapısını kuran bas sesleri duygularımız olarak ele alalım, yaşanmışlık ve mevcut hislerimiz bir şeylerin anlatılması için gereken tabakayı hazırlar. Öne çıkacak sesler ise dışa vurulmadan başka bir şey değildir. İşte, bu noktada notaları nasıl istersek öyle eğip bükebilir, hissiyatımızı çeviri yoluyla bildirebiliriz. Her yazımda da söylemekten çekinmediğim üzere bunu “Göstergeler arası çeviri” olarak algılamak pek mümkündür.
Sanat bambaşka bir dil, bambaşka bir alfabedir. Bundan ötürü (ilgi alanım doğrultusunda) müziği her daim bir anlatı yolu olarak aklımda kodlamışımdır. Bu anlatı öyle bir yöntemdir ki yüzyıllar boyunca değişmeyecek bir dil, orantı ve felsefeyi içinde barındırır. Kaleme aldığımız bir yazının yüzyıllar boyunca yaşamasını istiyorsak kullanacağımız dil müzik olacaktır çünkü dikkatli incelediğimiz zaman müzik her ne kadar içinde yöresel ve geleneksel ögeler barındırsa da dili evrenseldir. Karadeniz’in hırçın denizlerinden çıkan müziğin esintisini Amerika sahillerindeki bir amcamız yüreğinden hissedebiliyorsa içimizdekileri anlatmak için doğru bir yol bulmuşuz demektir.
Bir dönüşümdür demiştik çeviriye, dil ise yalnızca bunun aracıdır. Hissiyatın ifade edilmesinde kullanılan her yöntem kendi içinde matematiksel bir sistematik barındırır. Buna armoni, melodi, uyum gibi pek çok tanım yapmak mümkündür. Ele alınıp incelendiği zaman da hepsinin birer dil olma yetisi taşıdığını görmek çok olağandır.
Bundan ötürü müzik de hislerin bir çevirisidir, farklı bir anlatım biçimidir. İçimizde kalanları söylememiz için her zaman elimizin altında bulunacak bir enstrümandır. Bu enstrüman yeri geldiğinde bir silah, yeri geldiğinde ise yatıştırıcı olacaktır.
[1] İngilizcesi: Accord (Uyum, ahenk vb.)
[2] İngilizcesi: Instrument: (Araç, alet, çalgı vb.)
Kaynakça
Gürültüden Müziğe, Jacques Attali, Ayrıntı Yayınları