‘’İngiliz hükümeti, İngiltere’de ikamet eden bireylerin İngilizce konuşabiliyor olması noktasında son bir tarih belirlemeli.’’ şeklinde öneri sunan hükümet yetkilisi Louise Casey, ortak bir dilin, Britanya genelinde toplumsal anlaşmazlıkların çözümüne yardımcı olacağını düşünüyor.
Casey, ilk olarak 2016 yılında verdiği bir raporda; toplumsal kopukluk ve ayrımcılık ile mücadele edebilmek adına devletin bu konuda teşvik sağlaması için söz konusu görüşünü paylaşmış ve rapora muhalif taraflardan bile destek almıştı.
Hükümeti, toplumsal bütünlüğü sağlamada geciktiği iddiasıyla eleştirmiş ve önerisi doğrultusunda tekrar tekrar eyleme davet etmişti. Bunun üzerine ilgili bakanlık devreye girmiş ve İngilizce dil becerilerini geliştirme odaklı maddeler içeren Bütünleşmiş Toplumlar Stratejisi Raporu’nu yayınlamıştı.
Casey’in, herkesin İngilizce konuşabiliyor olması gerektiği bir tarih belirlenmesi gerektiği yönündeki önerisi, büyük bir çoğunluk tarafından “kasıtlı ve kışkırtıcı bir öneri’’ olarak yorumlandı. Zira bu fikrin uygulamaya geçmesi durumunda karşılaşılacak sorunları öngörmek zor değildi; bir dili öğrenmek için son tarih ne olabilir? İngilizce’yi yeterli ve etkili bir şekilde konuşmakta ölçüt nedir? Böylesi bir zorunluluğun yerine getirilip getirilmediği noktasında bireyler nasıl test edilebilir ve ölçütü bile belirlenmemiş düzeyde İngilizce konuşamayanlara ne olur? Her şeyden önce bir bireyi konuşamadığı bir dili konuşmak zorunda tutmak mantıklı mıdır?
2011 sayımları; İngiltere ve Galler’de yaşayıp anadili İngilizce olmayan 4,2 milyon insanın yalnızca %1,3’ünün (yaklaşık 725.000 kişi) İngilizceyi iyi bilmediğini bildirdiğini gösterdi. Bununla birlikte %0,3’lük bir kesim de (138.000 kişi) İngilizceyi hiçbir şekilde bilmediğini belirtti.
Geçmişten Günümüze Çok Dilli Bir Coğrafya: Britanya
Söz konusu tartışma, geçmişten günümüze İngiltere’de konuşulan dillere ve bu dilleri konuşan insanlara karşı bariz bir saygısızlık olarak algılanmaktadır. Bir dili konuşabiliyor olma zorunluluğu, çok dilli oluşu bir sorun olarak göstermekte ve farklı dilleri konuşan bireylere yönelik potansiyel bir dışlama algısı oluşturmaktadır.
Dahası, Britanya tarihine bakıldığında, söz konusu coğrafyada yalnızca bir dilin hüküm sürdüğü tek bir dönem bile bulunmamaktadır. Yukarıda bahsi geçen 2011 sayımı, İngiltere ve Galler genelinde 100 üzerinde farklı dil konuşulduğunu ve toplam nüfusun yaklaşık 5 milyonunun İngilizce dışı bu dilleri konuştuğunu gösteriyordu.
Bu diller, anadili İngilizce olan ve olmayanlar ayırt edilmeksizin büyük bir çoğunluk tarafından konuşuluyor. Örneğin, AB genişletme hedefi kapsamında Litvanya ve Romanya’dan birçok vatandaş İngiltere’ye gelmişti. Daha da öncesine gidecek olursak; 19. ve 20. yüzyıllarda Punjabi, Urdu ve Bengali’den pek çok insan eski İngiliz Krallığının şehirlerine yerleştirilmişti. Bunların yanı sıra Angloromani, Cornish, İrlandaca, Manca, İskoçça, Shelta ve Danca gibi yüzyıllar boyunca ve hatta İngilizce’nin doğuşundan da önce Britanya’da konuşulan yerli diller mevcut. Özet olarak çok dillilik; Britanya’nın geçmişinin, bugününün ve dolayısıyla geleceğinin bir parçasıdır.
Mümkün olduğunca çok dil konuşabilmenin yalnızca bireyin kendisi için değil; aynı zamanda toplum genelinin refahı için de pek çok olumlu etkisi olduğu tekrar tekrar belirtiliyor günümüzde. Britanya dilleri de kimliklerini sembolize etmesi açısından bu dilleri konuşan bireyler için büyük bir öneme sahiptir. İngiltere asıllı Kıbrıslı Rum vatandaşı 51 yaşındaki Marios şöyle söylüyor: ‘’Kendi dilimi konuşmayı seviyorum. Yunanca kaybolsun istemiyorum çünkü bir dilin kaybolması durumunda artık o ulusa ait bir birey yok demektir.’’
Farklı diller, Britanya’nın azınlık konumundaki etnik grupları için toplumsal düzeyde de önemli bir yere sahiptir. Bu diller, farklı ulusların Britanya’da göçmen ya da yerli olmaları açısından onlar için tarihsel bir referans noktası niteliğindedir. Bu nedenle İnsanların kimlerine her yönüyle saygı duyduğumuz gibi toplumların çok dilli oluşuna da saygı duymak ve bu dilleri korumak zorundayız.
Bilerek veya Bilmeyerek Her Gün Yapıyoruz: Ayrımcılık
Belirli bir ülke içerisinde herkesin aynı dili konuştuğunu sanmak yalnızca yanlış bir önyargı olmakla kalmıyor; ayrımcılığa giden fikir ve eylemleri teşvik ettiği için tehlikeli bir boyuta ulaşabiliyor. Özellikle Brexit kararı sonrası ve İngiltere’de ırkçı-motivasyonlu nefret suçlarındaki artış ile birlikte toplum içerisinde İngilizce dışında bir dil kullandığı için dışlanan veya anadili İngilizce olmadığı için işyerinde anadilini konuşması yasaklanan bireyler ile ilgili sık sık duyuyoruz. Bu davranış ve söylemlerin, toplumsal bağlamda mantıklı hiçbir temeli bulunmadığının farkına varmak da sosyal adalet ve sorumluluk bilinci gerektirmektedir.
İngilizce konuşan insanlar, elbette, Britanya’daki yaşamın sunduğu fırsatları daha doğrudan ve kolay bir şekilde değerlendirebiliyor. Ancak bu, diğer dillere yönelik kaynakların, becerilerin, bireysel ifadelerin ve toplumsal kimliklerin hiçe sayılabileceği anlamına gelmiyor. Çok dilliliği, İngilizce eksikliği ile bağdaştırmak ve bu bağlantıyı bir sorunmuş gibi göstermek, toplumsal bütünlük ve anlayış için büyük bir önyargı ve potansiyel bir tehlike demektir.
Herkesin İngilizce konuşabiliyor olması için son bir tarih belirlemek fikri en basit açıklama ile imkansız olup, hangi dili konuştuğu fark etmeksizin Britanya ülkeleri vatandaşları ve dünya genelinde olumsuz bir etki bırakmaktadır.