Sevgili okurlar,

‘Çevirmenlik Yolunda’ projemizle buluştuğumuz yüzlerce öğrencinin onlarcası mezun olunca kitap çevirmeni olmayı hayal ediyordu. Fakat malum yayınevleri genelde tecrübesize iş vermez, eğri oturup doğru konuşalım. Biz de buna sessiz kalamazdık elbet, sizin için Editör ve Çevirmen Nil Tuna ile aklınızdaki tüm sorulara yanıt verecek bir röportaj gerçekleştirdik. Yeni mezun candır gerisi heyecandır diyerek içimizi bir nebze olsun ferahlatalım, kahveleri alın gelin başlıyoruz:

– Nil Hanım merhaba, öncelikle röportajımızı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Biraz sizi okuyucularımıza tanıtalım ve bu günlere gelene dek geçtiğiniz yollardan bahsedelim, ne dersiniz? Yıllar öncesinden başlamak istesek bizleri kırmazsınız umarım?

– Aslında bu alana ilgim çocukluğumdan beri kitaplara duyduğum tutkudan kaynaklanıyor. Lise yıllarım (sınava hazırlanmak dışında) kitap okumakla geçti diyebilirim. Sonra, hayatımın en zor kararını vermeye geldi sıra: üniversite seçimi. Aslında mezun olduğum lise, her zaman dil okumak isteyen bana, bunu sağlayamadığından o konuda içim hep buruk kalmıştı. Dolayısıyla, madem dil okuyamadım, o zaman ben de İngilizce dışında başka bir yabancı dilde eğitim veren bir üniversiteye girerim diye düşündüm. Sonuç olarak kendimi Galatasaray Üniversitesi’nin sosyoloji bölümünde buldum :). Şimdi, geriye dönüp baktığımda bu kararı iyi ki vermişim diyorum, çünkü iyi bir kitap çevirmeninin sadece tek bir dili bilmesi maalesef yetmiyor, eğer mümkünse, yazarların başka dillerde yaptıkları atıfları anlayabilmek adına kendini durmadan geliştirmeli, başka dillere yönelmeli. İngilizce ve Fransızcayla  haşır neşir olduktan ve üniversiteyi bitirdikten sonra kendimi, üniversite yıllarında staj yaptığım NTV Yayınları’nın yardımcı editörü pozisyonunda buluverdim. Üç yıl kadar çalıştıktan sonra artık bir kitap çevirmeni de olmaya başlamıştım. Bu da tabii, yayıncıların dünyasına çok yakın olduğumdan görece çok hızlı bir şekilde gelişti. İlk çevirilerimi Aylak Adam Yayınları’na yaptım, bu benim için çok büyük şanstı çünkü Aylak Adam gençlerle çalışmayı seven, onlara güven duyan bir yayınevi. Herkesin bildiği üzere, NTV Yayınları’nın yayın hayatına son vermesinin ardından, iki yıla yakın bir süre boyunca büyük oranda kitap çevirmeye devam ettim. Doğan Kitap ve Kolektif Kitap’a çeviri yaptım, bunun yanı sıra Pena ve Yan Pasaj gibi türlü yayınevlerine de dışarıdan editörlük hizmetleri verdim. Fakat daha sonra “freelance” çalışmanın bana göre olmadığını anladım (çünkü gecem ve gündüzüm birbirine karışmaya başlamıştı artık) ve yaklaşık altı ay önce İndigo Kitap’ın tek editörü olarak tekrar işe başladım.

– Genç yaşınıza rağmen kısa zamanda gayet iyi yerlerde çalışmışsınız, sizi kutlarım. Şahsen ben; Galatasaray Lisesi veya Üniversitesi hangisinden mezun olursak olalım elbette Fransızcamız çok ileri düzeyde oluyor bunu tüm Türkiye’nin bildiğini ve kabul ettiğini düşünüyorum. Arzu ederseniz okuduğunuz okullardaki dil derslerinden biraz bahsedelim, belki Galatasaray’ın sırrını bizimle paylaşırsınız 😊. Ne dersiniz?

Galatasaray Üniversitesi’nin dil eğitimi elbette iyi, fakat benim okula girdiğim yıl hazırlık sınıfı iki yıldan bir yıla çekilmişti. O dönemde buna çok sevindiğimi hatırlıyorum, çünkü altı yılda mezun olmak yerine işi beş yıl içinde bitirebilecektim. Tabii o zamanlar Fransızcanın nasıl bir bela olduğundan haberim bile yok :). Bu kararı neden aldılar, gerçekten bilmiyorum ama son derece yanlış bir karar olduğunu bugün daha iyi anlıyorum. Öz eleştiri yapmam gerekiyorsa eğer, şunu söyleyebilirim: Düşünün, bütün bir sene boyunca iyi bir üniversiteye girmek için gece gündüz ders çalışıyorsunuz ve amacınıza ulaşıp da her şey bittikten sonra biraz olsun nefes almak istiyorsunuz. Ama GSÜ’de insan kendini bu sefer de başka bir maratonun içinde buluyor. Fransızca bir senede öğrenilecek bir dil kesinlikle değil. Hiç unutmam, birinci yılımın ilk dersindeyim. Antrolopoji dersiydi, derse Fransız bir akademisyen girdi ve katiyen anlamadığım bir aksanla bana sorular sormaya başladı. Sudan çıkmış balığa dönmüştüm; işte tam o anda içimden keşke hazırlık iki yıl olsaydı dediğimi hatırlıyorum :)

– Editörlüğe geçişinizle ilgili biraz konuşabilir miyiz? Hangi yollardan geçtiniz ve kendinizi nasıl eğittiniz? Sizce bir editör nasıl olmalı?

Editörlüğe geçişim, NTV Yayınları’nda yaptığım staj sayesinde oldu. Bunda eski patronum Elif Hanım’ın gerçekten rolü büyük. Ben oraya gerçekten severek ve isteyerek girmiştim, Elif Hanım’ın bunu duyunca bana çok saygıyla yaklaştığını hatırlıyorum; diğerlerine benim için “Burada bizimle staj yapmak isteyen çok değerli bir öğrenci var” demişti. Doğuş Yayın Grubu çok büyük olduğundan, genelde istedikleri bölümün kontenjanı dolan stajyerlerin gönderildiği bir yermiş NTV Yayınları. Stajım bittikten sonra da bağı koparmadık ve mezun olur olmaz kendimi orada çalışıyor vaziyette buldum. Bir editörün nasıl olması gerektiğine gelirsek… Her şeyden önce çok ama çok okumalı, kitap okumayan editör olmaz. Bu işin birinci kuralı. Yurt dışında çıkan yayınları takip etmeli, özellikle çeviri kitap basan bir yayınevinde çalışıyorsa gözü kulağı her zaman kataloglarda olmalı. En az iki dil bilmeli, çünkü çeviriler her zaman baştan aşağı doğru çevrilmiş olarak gelmiyor, dolayısıyla yabancı dilden karşılaştırma yapabilmeli. Ve son olarak, sadece yabancı dil bilmesi de yetmez, Türkçeyi çok iyi yazabilmeli, dolayısıyla hamurunda mutlaka yazarlık da olmalı. Bu, çevirmen için de geçerli bir kural aslında. Ama bazı çevirmenlerden gelen o okunamayacak derecede kötü cümleleri düzeltecek olan kişidir editör. Ülkemizde genelde editörün adı yoktur, hatta editör bir yana, çevirmenin adı bile son zamanlarda ortaya çıkar oldu. Ama bir kitabı alıp da soluksuz okuyorsanız şayet, elinizde tuttuğunuz kitap muhakkak iyi bir editörün elinden çıkmadır.

-Bu hususta tam destekçinizim doğrusu. Sizce yeni mezunlar editor olabilir mi veya yeni bir mezunun sizin sektörünüzde mezun olduğu gibi kitap çevirmeni olma şansı nedir?

Bana sorarsanız yeni mezunlar editör olamaz; bunu editörlük görevine yüklenen anlamlar bakımından söylüyorum. O yollardan geçmiş biri olarak, öncelikle yayıncılıkla ilgili hiçbir fikri olmuyor yeni mezunun. Kitap nasıl seçilir? Ajansa mı yazmalı, yoksa doğrudan yurt dışıyla mı anlaşmalı? Kitapların telifi nasıl alınır, yapılacak teklif nasıl hazırlanır? Kitabın maliyeti, çevirmene verilecek ücret, baskı ve kâğıt masrafları, her şeyi göz önünde bulundurarak hesap yapmalıdır editör. Sanıldığının aksine editörlük sadece kitap okumaktan ibaret olmadığı için, kişi onun elinden tutacak, ona yol gösterecek ve işi öğretecek bir “büyüğüne” ihtiyaç duyar. Kitap çevirmenliğine soyunmak biraz daha kolay diyebilirim. Ama son zamanlarda gözlemlediğim kadarıyla genç ve tecrübesiz çevirmenlerin sıkıntısı, araştırmacı bir kişiliğe sahip olmamalarıdır. Bazen tek bir cümleye saatlerinizi harcamanız gerekebiliyor, ama insanlar çabuk sıkılıyor ve çeviriyi, yanlış olduğunu bile bile, yaptığı işe değer vermeden o şekilde gönderebiliyor. Ya da çok sürükleyici bir bilimkurgu kitabı çeviriyorsunuz diyelim, bazı terimleri Türkçeye uyarlamanız gerekebilir, buna çok değerli bir çevirmen olan Sevin Okyay’ın Harry Potter sürecini örnek gösterebilirim. “Hortkuluk” kelimesini lügatımıza kazandıran kişidir neticede. Bu da, yine en başında söylediğim şeyle alakalı: çok ama çok kitap okumalısınız.

– Sevin Okyay`a da buradan bir selam gönderelim. Peki, sizin hem editör hem çevirmen olduğunuzu biliyoruz. Bir editörün aynı zamanda çevirmen kimliğine de sahip olmasının editing sürecinde ne gibi etkileri oluyor?

Olumsuz etkileri olabiliyor :) Çünkü her metni, çevirmenin o kendine has dilini ve tarzını bozmadan düzeltmek gerekir. Dolayısıyla kişi, çevirmen kimliğinden çıkıp editör kimliğine bürünmek zorundadır. Bu noktada çevirmenin yakaladığı tarz da çok önemli tabii, o kendi tarzını ne kadar çok bulabilmişse, editör de bunu bozmamaya o kadar özen gösteriyor.

-Peki çevirmenlerinizi nerede ararsınız ve neye göre seçersiniz? Onlar mı sizi buluyor yoksa siz mi onları buluyorsunuz ve çevirmen seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz?

Ben şahsen çok okumasına dikkat ediyorum. Süreç genelde şöyle işler: ya siz onları bulursunuz ya da onlar sizi bulur (bu süreç genelde kulaktan kulağa işler, ben genelde başka yayınevlerinde çalışan editör arkadaşlarıma soruyorum); editör çevirmene bir deneme çevirisi gönderir, çevirmen bu metni çevirdikten sonra editöre yollar ve metni kontrol eden editör de o çevirmenle çalışıp çalışmayacağına karar verir. Bunun altında yatan püf noktaları var elbette; örneğin ben her zaman bana durmadan soru soran ve meraklı çevirmenlerle çalışmak isterim. Çünkü bu tavrını metne de mutlaka yansıtır, meraklı olması araştırmacı olduğunu ve ona güvenebileceğimi gösterir.

– Aslında biz çevirmenlerin en çok merak ettiği şeylerden biri de edebi çeviride deneme çevirilerinin neden bu denli uzun olduğu, bu konuda bizi aydınlatabilir misiniz? 😊

Tamamen editörün omuzlarındaki iş yükünden kaynaklanıyor. Düşünün, bir ayda en az iki kitabı yayına yetiştirmeye çalışıyorsunuz, ozalit kontrol ediyorsunuz, bu sırada e-posta kutunuz dolup taşıyor, bir yandan harıl harıl yeni kitaplar araştırıyorsunuz ve tabii bir de beğendiğiniz kitapların basılmaya değer olup olmadığını anlamak için sonu gelmez okumalar yapıyorsunuz. Haliyle deneme çevirisi kontrol etmek bir noktada yapmak istediğiniz en son şey oluyor :).

-Deneme çevirilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu süreç nasıl işliyor? Örneğin aldığımız bir duyuma göre; bazı yayınevleri seçtiğiniz bir bölümü çevirin, sonra çeviri sürecinizi anlatın ve karar alma ayrıntılarını yazın, gibi çevirmeni zora sokacak taleplerde bulunuyorlarmış. Sizin sürecinizden bahsedebilir miyiz? 

Açıkçası böyle bir taleple daha önce karşılaşmadığım için pek yorum yapamayacağım ama yayınevi politikasından kaynaklanıyor olabilir. Araştırmacı bir yapısı olup olmadığını anlamaya yönelik bir girişimdir belki de. Ama ben çevirmenin deneme çevirisi yapacağı bölüme kendim karar veriyorum genelde, hileli bölümler oluyor, bu sayede işi nasıl kotardığına bakıyorum. Türkçe dilbilgisinin kötü geldiği metinleri doğrudan eliyoruz, yanlış çevirilere olan müsamahamız, dilbilgisi konusuna göre biraz daha fazla diyebilirim, çünkü hatasız çeviri hiçbir zaman olmaz. Çevirmen hata yapmaktan asla korkmamalı, ama günümüzde çevirmenden istenen talepler çevirmende haklı olarak bu tarz korkular uyandırabiliyor. Bunu anlayabiliyorum, o yüzden birlikte çalışmaya başladığımız her çevirmene söylüyorum bunu; o da çok daha rahat bir kafayla yapıyor işini ve günün sonunda ortaya çok daha temiz bir çeviri çıkıyor. Öte yandan teslim tarihine yine çevirmen karar vermelidir, sonuçta işi ne kadar zamanda yapacağını ancak ve ancak çevirmen bilebilir. Bu reformlar yayınevlerinde derhal yapılması gerekir bence.

-İntihal konusunda düşünceleriniz nelerdir?

İnsanın kendine biraz bile saygısı varsa, kariyerine bu alanda devam etmek ve çok iyi bir çevirmen olmak istiyorsa aklından bile geçirmemesi gerekir bunu. Her intihal ortaya çıkar, olan sadece çevirmene olur. Yayın dünyası sanıldığından da küçük, bir daha asla iş bulamamasının yanı sıra hem ismi lekelenir hem de sonsuza kadar emek hırsızı olarak hatırlanır.

-Bir de şöyle bir konuda çok merak içerisindeyiz: Daha önce dilimizde olmayan kelimelerin çevirisinde nasıl bir yol izleniyor? Türkçeleştirilmeye mi gidiliyor yoksa olduğu gibi mi bırakmak daha akıl karı oluyor?

Bu konu, çevrilecek kelimenin ne olduğuyla alakalı olarak değişkenlik gösterebilir. Örneğin, yukarıda bahsettiğim “hortkuluk” meselesi; Türkçeleştirilmesi gereken bir kelimeydi bu. Ama İngilizcesi artık dilimize yerleşmiş bazı kelimelerin o şekilde kalması daha doğru olur.

-Başka bir konuya geçecek olursak yayınevi-çevirmen-editör ilişkisi nasıl yürüyor? Birbirlerine ne derece karışıyorlar? Sizce çeviri süresince sık sık iletişimde olmak mı daha iyi yoksa en sonda yapılan dönütler mi?

Çevrilen metine göre değişir aslında bu. Sürükleyici bir romansa çevrilen, çok müdahaleye veya iletişime gerek kalmıyor. Ama kurgu dışı bir kitaptan bahsediyorsak, çevirmenin haklı olarak aklına takılan pek çok şey oluyor. Burada karar çevirmene kalıyor aslında. Bazı çevirmenler kitap bittikten sonra geri dönüş almak istiyor, bazılarıyla çeviriyi yaparken soru sorarak ilerlemeyi tercih ediyorlar. Ama işin daha çabuk bitmesi için hangisi daha mantıklıdır diye soracak olursanız, şüphesiz ki ikincisidir.

-Sizce kitap orijinal dilinden mi çevrilse daha iyi olur yoksa başka dillerdeki baskıları da kullanılabilir mi? Bu bağlamda, anlam kaybı ve yorumlama hususunda ne düşünüyorsunuz?

Kesinlikle orijinal dilinden çevrilmelidir. Bir kitap kaynak dilden çevrilirken bile birtakım anlam kayıplarına uğruyor, ikinci bir dilden çevrildiğindeyse bambaşka bir metin çıkabilir ortaya. Buna şöyle bir örnek verebilirim: Çevirdiğim bir Öykü Antolojisi kitabında hem İngiliz, Amerikalı hem de Fransız yazarların kitapları vardı. Fransızları orijinal dillerinden çevirirken İngilizcesiyle de karşılaştırma şansını yakaladım. Çevrilmemiş cümlelerin, atlanan kelimelerin sayısı tahmin ettiğinizden de fazla.

-Genel olarak editörlerin başına gelen şeylerden biri olarak; editörün sevmediği bir tarzda romanın veya sevmediği bir yazarın editörlüğü geldi diyelim. Sizce sevmemek, işi ne denli etkiler?

Yeteri kadar etkiler bence. Sevmediğiniz bir kitabın arka kapak yazısını yazmak bile zulümdür, içeriğini gerektiği kadar iyi yansıtamayabilirsiniz. Ama düzelti sırasında durmadan şikâyet etmek ya da bunu bir cehenneme dönüştürmek yerine o kitaptan neler öğreneceğinizi ya da öğrendiklerinizi düşünürseniz daha verimli bir sonuç elde etmiş olursunuz. Çünkü her kitaptan öğreneceğiniz bir şeyler mutlaka vardır.

-Bir de, elimizde su götürmez bir gerçek var ki genelde birçok kitle tarafından kitap kapağına göre yargılanır. Soruya dökecek olursam, kitap kapağı seçimi hususunda ne gibi bir yol izleniyor? Kitabın kapağının nasıl olacağına kim karar veriyor?

Kitap kapaklarına genellikle yayınevinde çalışanlar birleşerek karar veriyor, en çok beğenilen kapak da seçilmiş oluyor. Bu biraz zevk meselesi ve kitap ile kapağını nasıl bağdaştırdığınızla alakalı. Siz tasarımcıya gerekli bilgileri verdikten sonra tasarımcı da size birkaç örnek gönderiyor ve siz de arasından bir tanesini seçiyorsunuz, hiçbir örneği beğenmediğiniz durumlardaysa üzerinde yeniden çalışmasını isteyebiliyorsunuz. Ama basılan çeviri bir kitapsa, büyük oranda yurt dışındaki kapak kullanılıyor.

-Benim için en can alıcı soruya geldik, sizce çevirmenin adı ön kapakta mı yer almalı iç kapakta mı?

Kesinlikle ön kapakta olmalı. Ortada çeviri bir eser varsa şayet, onun üç yazarı vardır bence: kitabı yazan kişi de, çeviren kişi de ve düzelten kişi de birer eser sahibidir. Hukukta da böyledir bu. Yazarın hakkı korunduğu kadar, çevirmenin de hakkı korunur, gerçi editörün ismini duymaya başladığımız günler henüz gelmedi, ama serbest çalışan bir editörseniz ve bir yayınevine hizmet verecekseniz sizinle sözleşme yapan birçok yayınevi mevcut.

Nil Hanım`a teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Sevgili okuyucular, umarım sizler de benim kadar zevk almışsınızdır. Bu tatlı sohbetimize can-ı gönülden katıldığınız için teşekkür ederiz.

Not: Fotoğrafımız Nil Tuna`nın kendisine ait olup elinde tuttuğu kitap da çevirmenliğini yapmış olduğu ve sevdiği kitaplardan biridir.

Sevgilerle,

E. Derya YAMANER

Tags: