İlköğretimden başlanılarak lise bitimine kadar yabancı dil dersi olarak İngilizce öğretilen bizler, neden İngilizceyi konuşamıyor, sonuç alamıyoruz?

3.Dünya Ülkeleri’nde (Rusya, Japonya, Çin ve Güney Kore dışında hemen hemen bütün Asya ülkeleri, genel bir terimle açıklamak istersek ”gelişmekte olan ülkeler”) ortaöğretim mezunu bir öğrenci bile ikinci bir dili rahat bir şekilde konuşurken bizler neden ortalama sekiz sene İngilizce dersi almamıza rağmen konuşamıyoruz?

Dil öğrenme ve öğretme arzusunun tarihsel gelişimine bakacak olursak, Tanzimat Fermanı’ndan sonra yabancı dil öğrenilmesi için açılan ilk okullar yabancılar tarafından açılmıştır. Tanzimattan sonra başlayıp bugüne kadar devam eden bu yolculukta, çok fazla değişim ve artılar kazanılmış fakat sonuca bakıldığında pek de parlak olmadığı görülmüştür.

Bugüne bakacak olursak İngilizce kursları, dil okulları ve devletin vatandaşlarına sunduğu ücretsiz kurslar mevcut.
Aslında hepimiz İngilizcenin her geçen gün daha da önem kazandığını görüyor ve küreselleşen dünyada iletişim kurabilmek için gerekli olduğunu biliyoruz.

Fakat bunları bilmek yeterli olmuyor çünkü yanlış giden bir şeyler var.

Etrafınıza baktığınızda bu yanlışı siz de rahatlıkla görebilir, yanlışı meydana getiren nedenleri de sayabilirsiniz. Her köşe başında dil eğitimi veren bir dershane ya da bir kolej görmek mümkün, ancak bu eğitim merkezlerinden kaç adayın -tam anlamıyla- yeterlilik seviyesine ulaştığı meçhul. Turistle karşılaştığında üç dakikadan fazla konuşan, kurslarda öğretilen belirli kalıplar dışına çıkıp, akıcı bir sohbet ile iletişim kurabilen kaç kişi var?

Asıl sorun nedir? Verilen emekler sonucunda elde edebildiğimiz başarı oranı neden bu kadar düşük?
Yanıtı maddelendirmemiz gerekirse:

1) TÜRKÇEYE UYGUN MÜFREDAT OLMAMASI

İlköğretimden itibaren aldığımız eğitim sonucunda beynimize kazınan bir takım kalıplar oluşuyor.”What is your name?”, ”Where are you from?”, ”How old are you?” sorularını aldığımızda cevaplar ağzımızdan farkında olmadan bile çıkıyor. Farklı bir cümle ile karşılaştığımızda susmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Bu durumda bir soruya karşılık verilebilecek alternatif cevapları bilme gerekliliğimizi anımsamak gerekmektedir.

2) ANADİLİMİZİ NE KADAR BİLİYORUZ?

Türkçeyi anadilimiz olması itibariyle çok kolay sanıyoruz fakat Türkçe kolay bir dil değil.
Sıfat, zamir, zarf, bağlaç, edat ne demek? Dolaylı tümleç, zarf tümleci, etken ve edilgen kavramları neyi ifade ediyor?

Anadilimizi ne kadar iyi bilir ve kullanırsak ikinci bir dili daha kolay ve doğru öğreniriz. Türkçeyi, yazım kurallarına uygun olarak kullandığımızda, konuşma dilinde ise kültürel farklılıklardan etkilenmeksizin konuştuğumuzda, Türkçeyi doğru kullanmış olmakla beraber yeni bir dili öğrenmeye daha açık seviyede olacağımız kesindir.

3) İNGİLİZCEYE HAKİM OLABİLMEK İÇİN NELERE DİKKAT ETMELİYİZ?

a) İngilizce düşünmek

Herkes farklı bir dildeki anlamı, kendi anadilini baz alarak çıkarır. Çoğumuzun kulak aşinası olduğu ”Türkçe düşünme, Türkçe düşündüğünü İngilizceleştirme.” bu duyduğumuz cümleden çoğumuz anlam çıkaramayız çünkü hepimiz kuracağımız cümleyi öncelikle kendi anadilimizde düşünürüz. Bunun önüne geçebilmek için sıkça tekrar yapmak, kendimizi farklı bir dilde düşünmeye ikna etmeye çalışmalıyız. Yanlış yapmaktan çekinmemek bu süreçte en değerli yardımcımız olacaktır.

b) İngilizcenin çalışmadan öğrenilebileceğine inanmak

Çoğu insan İngilizcenin matematik gibi kolay yol ve pratiklerle öğrenebileceğine inanır. İngilizce pratik yöntemlerle değil, tekrarlarla öğrenilebilecek bir dildir. Aslında bu durum her dil için geçerlidir. İngilizce için bu düşünce yalnızca ”Tenses” (zamanlar) konusunda geçerli olabilir. Fakat yine tekrar edilmeden ya da anlamı Türkçe ile bağdaştırarak çıkarmaya çalışmak varsa işin içinde, sonuç yine hüsran. Tenses konusunu biraz daha açıklamak gerekirse eğer; her zamanın kendisine ait bir takım hususları vardır. Örneğin; ”Simple Present Tense” kullanımında öznenin ardından yüklem gelir, özne “he, she, it” öznelerinden biriyse eğer fiilin sonuna ”s” takısı gelir. Bunu biliyoruz fakat, yalnızca”He goes to the cinema.” cümlesini kuruyor ve kendimizi biliyor gibi görüyoruz. Ama bir paragrafta anlam sorusuna baktığımızda bizden istenenin bu kuralı bilmekten ibaret olmadığının farkına varıyoruz. Çok yönlü düşünüp nüans noktalarına dikkat ederek, “tamam, bitti ben öğrendim” demeden, çok çalışmalı aslında çalışmaktan çok tekrar yapmalıyız.

c) Sadece konuşarak ya da bir yabancı ülkeye giderek öğrenebileceğini düşünmek

Dil okuyarak gelişir. Fikir sahibi olmadıktan sonra bir konu hakkında konuşmamız mümkün değildir. Bunun için İngilizceyi ve Türkçeyi bilmek yeterli değildir. İlk öncelikle her iki dili iyice tanımak, ön yargıyla yaklaşmamak, denemeden pes etmemek ve önemli olan unsurlardan biri olması üzerine her iki dilin literatürünü (herhangi bir bilim dalında yazılmış olan yazıların, yapıtların tümü) araştırmadan ve okumadan konuşmaya çalışmak, sizi her zaman başlangıç noktasına götürür. Konuşmaktan çekinmemek ayrı bir durum, çekincelerimizi bir kenara atmak kendimize yapabileceğimiz en büyük iyiliktir ancak, akıcı konuşmayı sağlayacak olan şey şüphesiz anlamaktır.
Öğrenilen dilin ülkesine gitmek elbet dil edinimine katkı sağlar ancak tek başına o da yeterli değildir. Çalışmak, deneyimlemeye devam etmek esastır. Alışverişte, restoranda, müzelerde ya da gidilen yer neresi olursa olsun orada olan kişiler ile sohbet etmek, sürekli aynı kişi ile aynı durumlar üzerine konuşmamak gerekir. Yerel gazeteler, dergileri alıp keyifle okumak, sormak, dinlemek ülkeyi yaşamanızı sağlayacağı kadar dilin kültürünü ve kullanımını da daha sağlıklı kavramanıza yardımcı olacaktır.

 

Atatürk Kitaplığı’nın verdiği muazzam keyif ile yazılmıştır…

Tags: