Dil öğrenme psikolojisine dair bir şeyler söyleyeceğim:
Biliyorsunuz, her fırsatta hayatımızda hiçbir şeyin sayısını birde bırakmamamız, yaptığımız her şeyi çeşitlendirmemiz gerektiğini söylüyorum. Yani her fırsatta bir iş değil, birkaç iş yapmamız, bir yere değil, birkaç yere başvurmamız, bir yerde değil, birkaç yerde, birkaç şehirde, hatta mümkünse birkaç ülkede yaşamamız gerektiğinden vs. vs. bahsediyorum. Kısacası, çok eşlilik dışında (“Çok kadın hiç kadındır.”) hayatımızdaki her şeyin sayısını arttırmamız gerektiğini düşünüyorum.
Bir demek sıfır demek çünkü. Ve sayı ne kadar çoğalırsa o kadar iyi.
Aynısı diller için de geçerli. Bir yabancı dil bilmek iyi, iyi ama beynimizde asıl hareketlilik ikinci yabancı dilden sonra başlıyor. Zihnimizde asıl zenginlik birkaç dilden sonra görülüyor.
Sadece bir dili iyi bir şekilde öğrenmek istiyorsanız bile yapacağınız en iyi iş birden fazla dil öğrenmek. Bu söylediğim başta tuhaf gelebilir. Ne demek istediğimi aşağıda açıklayacağım.
Birden çok dil bilmenin, bundan da güzeli, birkaç dile aynı anda çalışmanın faydaları neler?
1) Ne kadar az sürem varsa o kadar iyi çalışıyorum: Bu söyleyeceğimi müzisyen arkadaşlarım çok iyi bilir, enstrümanınıza çalışmak için ne kadar az süreniz varsa o kadar iyi çalışırsınız.
Örneğin, bugün istediğim kadar çalışabilirim, dediğinizde genellikle çok iyi çalışmazsınız da, o gün mesela öğlen uçuşunuz varsa ve çalışmak için sabah sadece bir saatiniz olduğunu biliyorsanız çok daha iyi, çok daha bilinçli, çok daha dikkatli çalışırsınız.
Dil öğrenirken de aynı şey oluyor. Ne zaman sadece tek bir dile çalışsam dikkat sorunu yaşıyorum. Ama aynı gün içinde birkaç dile birden çalıştığım dönemler hayatımın en iyi dil öğrendiğim dönemleri oluyor. Aynı anda birkaç dile birden çalışınca, örneğin o gün Fransızcaya sadece yarım saat ayırabileceğimi bildiğim için o gün ne öğrenmek istediğimi çok daha kesin bir şekilde belirliyor ve çok daha çözüm odaklı çalışıyorum.
2) Ne kadar çok dile çalışıyorsam çalışmaya o kadar kolay başlıyorum: Hayatta her işte olduğu gibi dil öğrenmenin de en zor tarafı dil öğrenmeye başlamak. Bir başlasak devamı gelecek ama çalışmaya başlamamak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz.
Neden bilmiyorum, şimdiye kadar aynı anda birkaç dil öğrendiğim dönemler dil çalışmakta hiç zorlanmadım. Tek bir dile çalıştığım dönemler canımın istemediği, motivasyonumun düştüğü çok oldu. Ama bir gün içinde birden fazla dile çalıştığım dönemler bu sorunu hiç yaşamadım. Çok iş yapınca çalışmaya daha kolay başlıyor insan. Çok dil öğrenirken hiç motivasyon sorunu yaşamıyor.
3) Bir yabancı dil bir diğer yabancı dili canlandırıyor: Hayatımda sadece iki ay dil kursuna gittim. O dil kursundaki hocamız, beynimizde anadilimizden sorumlu olan bölge ile yabancı dillerden sorumlu olan bölgenin birbirinden ayrı olduğunu söylemişti. Ne kadar doğru, bilmiyorum, bu yönde bir araştırma yapmadım ama bu bilgide doğruluk payı olduğunu düşünüyorum.
Çünkü ne zaman yabancı bir dilde bir kelime öğrensem aklıma hemen o kelimenin başka bir yabancı dildeki karşılığı geliyor. Türkçedeki, yani ana dilimdeki karşılığının aklıma geldiği ise çok seyrek oluyor. Bu yüzden de her zaman, bildiğim yabancı diller beynimin içinde birbiriyle bağlantılı, ana dilim ise onlardan ayrı bir yerde duruyormuş gibi hissediyorum.
Bu tecrübem bana şunu öğretti:
Örneğin İngilizce öğrenmek veya İngilizcemi geliştirmek, güçlendirmek istiyorsam yapabileceğim en iyi iş aynı anda başka bir yabancı dil öğrenmeye başlamak. Hele de örneğin Fransızca gibi İngilizce ile öteden beri çok yoğun bir alışveriş içinde olan bir dil öğrenmeye başlarsanız İngilizceyi çok daha iyi anladığınızı, beyninizde, İngilizce öğrenmenizi kolaylaştıran çok farklı kapılar açıldığını göreceksiniz.
Öğrendiğiniz bir yabancı dil, bildiğiniz veya öğrendiğiniz diğer yabancı dilleri canlandırıyor, aktive ediyor çünkü. Örneğin ne zaman İtalyanca okusam aklıma, bildiğimi unuttuğum Fransızca kelimeler geliyor.
Psikolojik bir şey mi, “Placebo etkisi” mi bilmiyorum ama Latinceye çalışmaya başladığımdan beri Farsça metinleri çok daha iyi anladığımı gözlemledim.
4) Bir yabancı dili başka bir yabancı dilden öğrenmek, ana dilimizden öğrenmekten çok daha kolay: Bu da, beynimizde ana dil ve yabancı dillere ait iki bölge bulunmasıyla ilgili olabilir.
(Ana diliniz Türkçe ise) Türkçe düşünerek ve Türkçe kitaplarla çalışarak örneğin Fransızca öğrenmeniz biraz zor olacaktır. İngilizce düşünerek ve İngilizce kitaplarla Fransızca öğrenmek ise çok daha kolay. Bunda elbette İngilizce ve Fransızca dillerinin birbirine Türkçe ve Fransızcadan daha yakın olmasının payı var. Ama tek neden bu değil: Gerçekten de, bildiğimiz bir yabancı dilde düşünerek başka bir yabancı dili öğrenmek ana dilimizde düşünerek öğrenmekten çok daha kolay oluyor.
Buradan hareketle şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Hayatta bizi en çok zorlayan dil, ilk öğrendiğimiz dil oluyor. Çünkü o zaman ana dilimizde düşünmekten başka çaremiz kalmıyor.
5) Tek bir dil öğrenen karıştırıyor, ama çok dil öğrenen karıştırmıyor: Gariptir, dil öğrenen herkesin bir şeyleri karıştırmaktan korktuğunu görüyorum. Bu, insan beynine hakaret gibi geliyor bana. Beynimiz o kadar mucizevi bir yapı ki öyle bir dil öğrenerek, dile dair birkaç kural ezberleyerek allak bullak olacak gibi değil. Aksine, beyne ne kadar bilgi verirseniz, yani ne kadar çalıştırırsanız o kadar ehilleşiyor.
Bunu kol kasları örneği üzerinden düşünün. Kol kaslarınızı ne kadar çalıştırırsanız ince hareketleri yapmaya o kadar muktedir hale gelirler. Buna dair bir video mutlaka izlemişsinizdir: Çok kaslı adamlar, kadınlar müzik eşliğinde kaslarını oynatarak komik hareketler yaparlar. Kaslarını çalıştırmayan birinin öyle hareketler yapması ise mümkün değildir. Beynimiz de öyle. Ne kadar çok şey öğrenir, ne kadar çok şey ezberlerseniz o kadar kolay öğreniyor, o kadar kolay ezberliyorsunuz.
Bu yüzden, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:
Karıştırmaktan korkuyorum, demek, düşünmekten korkuyorum, demek aslında.
Bonus ve motivasyon olarak, çok sevdiğim polyglott’lardan Emanuele Marini’yi arka arkaya 16 dil konuşurken seyredebileceğiniz şu videoyu ekliyorum. Marini’nin, bu dillerden kaçını akıcı ve neredeyse hatasız bir şekilde konuşabildiğini anlamak için de yorumları okumanızı tavsiye ediyorum: YouTube
Benden her hafta bir mektup ve kitap önerisi almak için: Kitap ve Kuşlar
Semih Uçar
*Editörün Notu: Semih Uçar kimdir? Çeviri Kitabı yazarlarından, Türkçe ve Almanca dillerinde yaklaşık 4000 sayfa bilimsel metin kaleme almış, Almanya ve Türkiye’deki müzik ve edebiyat dergileri için sayısız yazı yazmış, Franz Kafka, Rainer Maria Rilke, Stefan Zweig vs. gibi yazarlardan çevirdiği 15 kitap Türkiye’nin saygın yayınevleri tarafından yayımlanmış ve 30’dan fazla kitabın da editörlüğünü yapmış olan, biri Doğu dördü Batı dili olmak üzere beş yabancı dilde okumalar ve çalışmalar yapan ve şu sıralar Latince öğrenen Semih Uçar’ın izniyle dil öğrenme psikolojisine dair görüşlerini kaleme aldığı yazısını paylaşıyoruz.
Latince öğrenme sürecini paylaştığı “Latince Günlüğüm” yazı dizisini de takip etmenizi öneriyorum.)