Bilindiği üzere medya araçları vasıtasıyla duyurulan her şey kamuoyu üzerinde bir takım olumlu ya da olumsuz etkiler yaratmaktadır. İnsanlar, başka şehirlerde ve ülkelerde olan biteni medya aracılığıyla öğrenmekte ve doğru ya da yanlış olsun haberlerden çok çabuk etkilenmektedir. Her medya kuruluşu aslında yaptığı haberle gerçeği yeniden şekillendirmekte ve tekrardan üretmektedir. Bu haberlerden en tehlikelisi ise devletler arasındaki diplomasi çevirileri ve savaş haberleridir. Devlet büyüklerinin ağzından çıkacak herhangi bir kelimenin yanlış çevirisi, karşı tarafa ültimatom veriyor gibi aktarılabilir. Peki, savaş durumunda devletlerin başına gelebilecek en kötü şey ne olabilir?

Savaş haberciliğinin gazeteler aracılığıyla yapılması, basının ilk yıllarına dayanmaktadır ve bunun yanında basın tarihinde de bir haber muhabirinin savaş mahallinden aktardığı ilk savaş, bazı kaynaklara göre Kırım Savaşı (1854), bazı kaynaklara göre ise Osmanlı-Rus Savaşı’dır.

Birinci Dünya Savaşı esnasında propaganda aracı olarak kullanıldığı için basının önemi daha da artmıştır. Böylece basının İkinci Dünya Savaşı’nda daha da çok kullanıldığını söyleyebiliriz. Örnek verecek olursak, Nazi tarihiyle ilgili filmlerde evlerinde Hitler’i dinlemek için radyo açıp televizyon izleyenler gösterilir. Bu, devletin halkıyla olan iletişimini göstermektedir. Almanya, İkinci Dünya Savaşı’nda özellikle radyo yayınlarını kullanmış ve propaganda yapmıştır. Bunu anlayabilmek ve hissetmek için çok geçmişe dönmemize veya filmler izlememize gerek yok. 15 Temmuz 2016 gecesi Cumhurbaşkanımızın canlı yayında halka seslenişi ve direnişe çağırması bizim için medyanın gücünü görmek adına en iyi örneklerden biri oldu.

Tarihte bir de İliştirilmiş Gazetecilik (Embedded Journalist) kavramı vardır. Bu kavramla haberci kendi tarafının askerleriyle birlikte gizli toplantılara katılır ve savaşın bizzat içerisinde bulunurdu. Fotoğrafları çeker ve yayınlanmasını istediği bu fotoğraf ve bilgiler için komutanlardan onay alıp yayınlanmasını sağlardı. Tabi ki gazeteci taraflı olup yine taraflı haber yaptığı için, haberi okuyan halk da olanlara aynı taraftan bakardı.

Peki Bazı Devletleri Birbirine Kırdıran Ne Olabilir?

Tarihte devletlerin birbirine girmesini sağlayan yanlış anlaşılmalar ve yanlış çeviriler olduğunu söyledik. Tarihimize baktığımızda bazı savaşların anlam karmaşası veya tercümanın kelime seçimi nedeniyle ortaya çıktığına rastlamışsınızdır. Bu olaylara birkaç örnek vermek gerekirse:

Tercüme hatası 250 bin cana mal oldu

Tarihçilere göre İkinci Dünya Savaşı’nda ABD’nin Japonya’ya atom bombası atmasının sebebi, Japonya Başbakanı Suzuki’nin sözlerinin yanlış tercümesi 1*

İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’ya teslim bayrağı çektiren atom bombalı saldırıların 70’inci yıl dönümleri Hiroşima ve Nagazaki’deki törenlerle anılıyor. Japonya Başbakanı Kantaro Suzuki’nin yanlış çevrilen sözlerinin bu saldırıya neden olduğu görüşü ise hâlâ tartışılıyor. ABD’nin, en az 250 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırılarına götüren süreç şu şekilde gelişti: ABD, Rusya, İngiltere ve Çin’in devlet başkanları 26 Temmuz’daki Potsdam Konferansı’nın ardından Japonya’ya, “Teslim olun” ültimatomunu verdi. Ertesi gün Japon hükumeti konuyu masaya yatırdı. 28 Eylül’deyse Başbakan Suzuki bir basın toplantısı düzenledi ve ültimatoma cevap olarak “mokusatsu” dedi. “Mokusatsu”; Japonca “moku” (sessizlik) ve “satsu” (öldürmek) kelimelerinin birleşimiyle oluşan ve iki anlamı olan bir kelime. Aynı zamanda “yorum yapmamak” manasına gelen kelimeyi, uluslararası basın “aşağılayarak reddetmek” şeklinde çevirince, ABD Başkanı Harry Truman saldırı için düğmeye bastı. Olaylarla alakalı olarak “Suzuki’nin sözleri ne olursa olsun, ABD atom bombalarını kullanacaktı” diyenler ve “Tercüme hatası değildi, Suzuki anlaşmayı reddetti” görüşünü savunanlar var. Fakat ABD’nin Ulusal Güvenlik Ajansı’nın belgeleri, ABD’lilerin bu sözleri nasıl yorumladığını ortaya çıkarıyor. Yıllar sonra kamuyla paylaşılan belgelere göre Başbakan Suzuki’nin sözleri ABD’li yöneticiler tarafından “Japonların tipik Kamikaze ruhunun ortaya çıkışı” şeklinde yorumlandı. Suzuki’nin oğlu ise “Babam ‘mokusatsu’ derken, ‘yorum yok’ manasını kastettiğini bana söylemişti” açıklamasında bulunmuştu.

ABD gemisinde teslim anlaşması ABD uçakları 6 Ağustos’ta Hiroşima’ya, 9 Ağustos’ta da Nagazaki’ye iki atom bombası attı. Ertesi hafta Japonya İmparatoru Hirohito ülkesinin teslim olduğunu radyodan duyurdu. 2 Eylül’deyse Tokyo’da demirleyen USS Missouri zırhlısında, Japon yetkililer tam teslim anlaşmasının metnini imzalıyordu.

1*Sabah Gazetesi

Polonya’yı ‘arzulamak’ 2*

Eski ABD başkanı Jimmy Carter, konuşurken kitlelerin dikkatini nasıl çekeceğini biliyordu. 1977’deki Polonya ziyaretinde yaptığı bir konuşmada bu ülkeye karşı cinsel arzu beslediğini söylediği ifade edilmişti. En azından tercümanı böyle diyordu. Daha sonra anlaşıldı ki Carter aslında Polonya halkının ‘geleceğe dair arzularını’ anlamak istediğini söylemişti.

Carter’in tercümanı ayrıca “Bu sabah ABD’den ayrıldım” sözlerini de “Bir daha dönmemek üzere ABD’yi terk ettim” şeklinde çevirmişti. O hafta yayımlanan Time dergisine göre, Carter’in Polonya’da olmaktan dolayı mutluluğunu ifade eden sözleri de “Polonya’nın cinsel organını tutmak mutluluk veriyor”a dönüşmüştü.

Carter akşamki özel yemekte aynı tercümanı kullanmamıştı elbette. Fakat sıkıntısı sona ermemişti. Yemekteki konuşmasında ilk cümlesini söylemesi sessizlikle karşılanmıştı. İkinci cümlesi de öyle. Başkanın yeni tercümanı onun İngilizcesini anlamamış ve sessiz kalmayı tercih etmişti. Carter Polonya’dan ayrılırken artık bir espri konusuydu.

‘Sizi gömeceğiz’

1956’daki bir tercüme hatası ise Soğuk Savaş ortamının daha da gerilmesine yol açmıştı. Sovyetler Birliği lideri Nikita Kruşçev’in Moskova’daki Polonya elçiliğinde Batılı diplomatlara yönelik bir yemekte yaptığı konuşmada bir cümlesi “Sizi gömeceğiz” şeklinde tercüme edilmişti. Bu sözler dergi ve gazete manşetlerine yansıdı, Sovyetler Birliği ile Batı’nın ilişkilerini daha da soğuttu.

Oysa bağlamı içinde düşünüldüğünde Kruşçev’in sözleri aslında “Hoşunuza gitsin ya da gitmesin, tarih bizim yanımızda. Sizin altınızı oyacağız,” anlamına geliyordu. Komünizmin daha çok yaşayacağını, kapitalizmin kendi içinden çökertileceğini vurguluyor, Karl Marx’ın “burjuvazinin kendi mezar kazıcılarını yarattığı” tespitine gönderme yapıyordu. Yani Amerikalılarda nükleer saldırı korkusu yaratacak türden bir tehdit içermiyordu aslında.

Kruşçev sözlerine açıklık kazandırmış, ama bu birkaç yıl almıştı. 1963’te Yugoslavya’da yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “Tabii ki sizi kürekle gömmeyeceğiz. Kendi işçi sınıfınız sizi gömecek.”

Diplomasi dili

Müzakereler sırasında yapılan yanlış tercümeler doğal olarak tartışmalara neden oluyor. ‘İstirham etmek’ anlamına gelen Fransızca ‘demander’ kelimesi 1830’da Paris ile Washington arasındaki görüşmelerde sorun yaratmıştı. Fransa’nın Beyaz Saray’a gönderdiği mektupta geçen bir cümlede kullanılan bu kelime “Fransa hükumeti… talep ediyor” şeklinde tercüme edilmiş ve diplomasi diline uygun bulunmamıştı. Yapılan hata düzeltilince görüşmelere devam edildi.

Bazı yetkililer ise dil farklılıklarını kendi amaçları için kullanmakla suçlanıyor. İngiltere hükumeti ile Yeni Zelanda’daki Maori halkı arasında 1840’ta imzalanan bir anlaşmada bu sorun yaşanmıştı. Anlaşmanın İngilizce metni ile Maori dilindeki metinler farklı şeylere vurgu yapıyordu. Bunun üzerine Maoriler anlaşmanın sahteliğine dair protesto hareketi başlatmıştı.

‘Uzak görüşlü Çinliler’

ABD başkanı Richard Nixon’un 1972’deki Çin ziyaretinde yaşananlar ise yanlış tercümeden ziyade yanlış anlama kaynaklıydı. Dönemin Çin lideri Çu En-Lay’ın, Fransız Devrimi’nin etkilerine dair bir soruya “yorum yapmak için çok erken” şeklinde cevap verdiği söyleniyordu. Bu sözler Çin felsefesinin derinliğinin ifadesi olarak görüldü. Oysa Çinli lider Fransa’daki 1968 hareketini kastederek bu sözleri sarf etmişti. O dönem Nixon’un tercümanlığını yapan Amerikalı diplomat daha sonra emekli olduğunda şunları söyleyecekti:

“İşe yarayan bir yanlış anlama olduğu için kimse düzeltme ihtiyacı duymadı. Çinli devlet adamlarının uzak görüşlü olduklarına, Batılı meslektaşlarından çok daha uzun vadeli düşündüklerine dair bir yargı vardır. İnsanlar böyle bir şey duymak ve inanmak istediği için o yanlış anlama öylece kaldı.”

2* www.bbc.com

Tags: