Bu yazıda çeviribilimi tanımladıktan ve faydalandığı kuramsal yaklaşımları kısaca belirttikten sonra Fransız düşünür, çevirmen ve çeviribilim uzmanı Antoine Berman’ın “Çeviri ve Çeviri Üstüne Söylemler” makalesinden hareketle çeşitli çeviri söylemlerinin neler olduğunu kısaca irdelemek istiyorum.
Almanca’da “Translationwissenschaft”, Fransızca’da “traductologie”, İngilizce’de ise “translation studies” olarak anılan çeviribilim kapsamlı bir tanımlamayla, çeviri ediminde hedef noktaya (erek dil) giderken ortaya çıkan sorunları tanılayıp bunlar üzerinde incelemelerin yanı sıra yazılı ve sözlü çeviride teorik, betimleyici uygulamalar yürüten beşeri bir bilim dalıdır. Çeviri sürecini araştırırken edimin bilişsel boyutlarını inceler, yazılı ve sözlü çevirinin kültürlerarası işleyişini sorgular ve bunu yaparken de dilbilim, göstergebilim, yorumbilim, yazınbilim, felsefe, sosyoloji, karşılaştırmalı yazın, tarih, edebiyat, edimbilim ve söylem çözümlemesi gibi bilim dallarının kuramsal yaklaşımlarından faydalanır.
Berman, makalesinde “yeni” bir söylem oluştururken dahi bu “yeni” söylemin en temel düzeyde en geleneksel nitelikli bir geleneksellik içine yerleşmiş olduğundan bahseder. Bu bağlamda İtalyanların “Traduzione, tradizione” yani “Çeviri, gelenektir” sözü unutulmamalıdır. Düşüncelerini kişisel deneyimlerini edindiği üç temel boyutta irdeler. Birçok dilden çeviri yapan bir çevirmen olarak, Collège International de Philosophie bünyesinde ders veren bir çeviri “kuramcısı” olarak ve günümüzde çeviri politikaları geliştiren Délégation générale à la langue française et aux langues de France üyesi olarak.
Hepimiz biliyoruz ki çevirmenler genelde kuramdan söz etmeyi pek sevmezler. Ancak, Batı geleneğinin daha başından itibaren çeviri geleneğine çeviri üstüne söylem de eşlik etmiştir. Berman, işte bu geleneksel söylemin her çağda çeviri yapmayanların söylemiyle birlikte anılsa bile temelde çeviri yapanların söylemi olduğunu ve çeviri yapmayanların söyleminin çeviri yapanların söylemini yansıtmaktan ve yinelemekten başka bir şey yapmadığını söyler.
Geleneksel çeviri söyleminin üç özgün özelliği vardır. Birincisi, tutarsızlık içinde olmasıdır ve dolayısıyla bazen buyurucu, bazen lirik ve bazen ise tartışmacıdır. İkincisi, geleneksel söylemi yansıtan metinlerin azlığı ve yetersizliğidir. Üçüncüsüyse, bu geleneksel söylemin bünyesinde bir uyuşmazlık barındırmasıdır.
Berman, 20. yüzyılda çeviri üstüne birçok söylem geliştirildiğini ve bunların bazılarının “nesnel”, bazılarınınsa “deneyim” söylemleri olduğunu söyler. Nesnel söylemleri belli alanlara özgü nesnel söylemler ve genel söylemler olarak ayıran Berman, belli alanlara özgü nesnel söylemlerin dilbilim, yazınbilim ve karşılaştırmalı yazın söylemleri olduğundan bahseder. Buradan hareketle, Berman’ın henüz tam anlamıyla dizgeleştirilmemiş söylemleri bir kenara bıraktığını söyleyebiliriz.
Dilbilim, çeviri üzerine çalışmalar yürütürken çeviri edimini öylesine kapsamlı ve soyut bir şekilde tanımlar ki, bu edimin yazınsal boyutunu neredeyse tamamen gözden kaçırır. Bunun bir ilgisizlik sonucu oluştuğunu söyleyebiliriz. Berman işte tam da burada bu ilgisizliğin nedenlerinin belirlenip üzerinde durulması gerektiğini vurguluyor.
Yazınbilim, tıpkı dilbilim gibi ancak farklı bir yönelmeyle çeviri edimindeki ilgisizliğini gözler önüne seriyor. Dilbilim nasıl çeviri ediminin yazınsal boyutunu gözden kaçırıyorsa, yazınbilim de çeviri ediminin dilsel boyutunu gözden kaçırır ve dolayısıyla çeviri kavramına yönelik bir ilgisizlik gözlemlenir. Buradan yola çıkarak dilbilim ve yazınbilimin, çeviri edimine özgü çalışmalar yürütürken aslında bu edimin mihenk taşlarını ihmal ettiğini/gözden kaçırdığını söyleyebiliriz.
Karşılaştırmalı yazının, çok gecikmiş olsa da, yeni yeni ortaya çıkan ve çevirinin yazınsal bütüncelerde tuttuğu yeri incelemeye yönelmiş bir alan olduğunu söyleyen Berman, bu alanda düzenlenmiş bilgi düzeyinde çeviriye giderek artan bir ilgi olduğundan bahseder.
Nesnel söylemlerin ikincisi genel söylemler günümüzde genel çeviri “kuramları” olarak adlandırılan söylemlerdir ve 19. yüzyıla özgü anlayışın yorumbilimine (Steiner’ın yaklaşımı) ve dilbilimine (Rus şekilciliği, Nida’nın yaklaşımı vb.) dayanmaktadırlar. Bunlar çevirmen olmayan uzmanların söylemleridir ve “kuramcılar” ile “uygulamacılar” arasındaki kopukluğun temel nedeni burada yatmaktadır. Berman, söz konusu kuramların çeviri alanının kesinlikle çoğul, ayrışık ve birleştirilemez olduğu gerçeğini göz ardı ettiğini ve çevirmenlerin deneyimciliğine karşı çıktığını söyler. Buradan hareketle, kuramların “bilimselliği” öne sürerek tüm çeviri biçimlerini tek bir kavram altında tutmaları etik midir sorusunu sorar ve bir çeviri “kuramı” düşüncesinin bile fen alanında görüldüğü biçimde ele alınırsa bir aldatmaca olabileceğinden bahseder. Yani, ona göre her söylem bir kuram değildir.
Berman, çeviri ediminin kendi üzerine düşünceler üretmesinin bambaşka bir söylem oluşturduğundan bahseder ve bunun için çeviribilim terimini kullanır. Berman’a göre deneyimin kendi kendini kavrayabilmesi ve tam anlamıyla “deneyim” haline gelebilmesi için üstüne düşünülmesi gerekir ve çeviribilim de buradan hareketle çevirme eyleminin amacına uygun bir eylem olması açısından kendi deneyim özelliğinden hareket ederek kendi üstüne düşünce üretmesi anlamına gelir. Demek ki çeviribilim, çeviri deneyiminin düşünsel olarak kendini yeniden ele almasıdır.
Çeviri alanındaki deneyimin üç boyutu vardır. Birincisi, çevirmenin dillerin farklılığının ve benzerliğinin deneyimini yaşamasıdır. İkincisi, çevirmenin yapıtların çevrilebilirliğinin ve çevrilemezliğinin deneyimini yaşamasıdır. Üçüncüsüyse, çevirmenin doğrudan çeviri deneyiminin kendisini yaşamasıdır. Görüldüğü gibi her boyutta bir uyuşmazlık vardır ve çeviri edimi temelinde sürekli tartışmalara yol açan sorunların kaynağında da bu uyuşmazlık yatmaktadır. Burada artık çeviri üstüne bir söylemden değil, bu üç boyuttaki uyuşmazlık deneyimine yerleşmiş bir söylemden bahsedilebilir. Oluşan bu yeni söylem, yazarın kendi üstüne yarattığı eleştirel söylemin çeviri açısından eşdeğerlisidir.
Kuşkusuz bütün çevirilerin tek ortak noktası anlamın yeniden oluşturulmasıdır ancak bu söz üstüne çalışmayı örselediğinden aynı zamanda en sorunsal olanıdır. Oysa çeviri, tarih boyunca sadece söz üstüne çalışma vasıtasıyla şiirsel, kültürel ve hatta dinsel bir görev üstlenmiştir.
Çeviribilime kendi tarihsel ve kültürel düzleminde bir söylem olarak bakmamız ve bu düzlemden hareketle diğer söylemleri incelememiz gerekir ve çeviribilimin daima içinde yer aldığı dilde ve kültürde değerlendirilmesi gerektiği asla unutulmamalıdır.