Başta ”Yüzüklerin Efendisi Üçlemesi” ve Ursula K. Le Guin’in önemli eserleri olmak üzere, pek çok değerli çeviriye imzasını atan Çiğdem Erkal İpek ile Büçev olarak bir söyleşi yaptık.
— Boğaziçi Üniversitesi Çeviri Kulübü (BÜÇEV) olarak, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiği için Çiğdem Erkal İpek’e çok teşekkür ederiz.
Bütün takipçilerimize iyi okumalar…
✪ Çeviriye olan ilginiz lise zamanlarında başlamış. Birçok kişi için erken sayılabilecek bir dönem diyebiliriz, bu konuda neler etkili oldu?
Bilmem ki, neler oldu acaba? Yani insan “hımm, daha çok gencim, içimden çeviri yapmak geliyor, bunun nedeni şu olsa gerek,” demiyor doğal olarak. Şu anda da geriye dönüp bakınca bu soruya “formülize edilmiş” bir cevap bulamıyorum. Bu bir dürtü sanırım. Bir şey okuyorsunuz, çok seviyorsunuz, paylaşmak istiyorsunuz. Belki de özünde bu vardır. Ama bende bu gayri ihtiyari oldu. İçimden öyle geldi. Çok zevkliydi. Aslında düşününce lise yılları erken sayılmaz. Muhtemelen daha önce de birilerine anlatmışımdır, anlatmışsam ikinci baskı olacak. Benim ilk çevirdiğim “eser” İonesco’nun Amedee or How to Get Rid of It isimli piyesiydi. Kuzenim için çevirmiştim. Bir tiyatro topluluğuna katılmıştı liseden sonra. İzmir’de. Oynamak için herkes bir piyes teklif edecekti. O da hiç duyulmamış, ilginç, çarpıcı bir eser istiyordu. Biz de Ionesco’da karar kıldık. Ben koca piyesi çevirdim. Fakat tabii şöyle bir cahillik ve çocuklukla: Piyes aslında Fransızca yazılmıştı ve Fransızcadan İngilizceye çevrilmişti. Ben de tuttum onu Türkçeye çevirdim. Cahil cesareti. Kuzenimgiller Brecht oynadılar! (merak eden olduysa diye yazdım) Tüm emeklerim boşa gitti. (Ki tabii ki gitmedi. Oynanmamış veya basılmamış olması emeklerimin boşa gittiği anlamına gelmiyor. Ben o eseri çevirirken neler neler öğrendim.) Sonra Edebiyat öğretmenime söz ettim, çevirimi görmek istedi ve beni çok yüreklendirdi. Sonra da ben çeviriden çok zevk almaya başladım.
Tabii aslında en önemli etken okumayı çok sevmem olsa gerek. Bilemiyorum yani.
✪ Yüzüklerin Efendisi serisi bir başyapıt, çevirisi de öyle, Tolkien’i Türkçe’ye aktarma macerası nasıl başladı? Ya altından kalkamazsam diye düşündünüz mü?
Altından kalkamamayı başta düşündüm tabii. Hatta Müge Gürsoy Sökmen ile kitabın basılması aşamasını ilk konuştuğumuzda, bir örnek bölüm çevirmeme karar kıldık. Elrond’un Divanı’nı seçtim. Orada hemen hemen tüm diller mevcuttu. Yani kitabın ilk o kısmını çevirdim. Yayın kurulu okudu. Olmuş olduğuna kanaat getirdiler. Sonra altından kalkamamayı hiç düşünmedim. Öyle güzel akıp gitti ki.
✪ Tolkien’i çevirirken onun yarattığı birçok terimi başarılı bir şekilde Türkçe’ye kazandırdınız. “Coinage” diyebileceğimiz Kuyutorman ve Ayrıkvadi gibi sözcükler Türkçe’de hiç de eğreti durmadılar ve kabullenildiler. Bu başarınızı neye bağlıyorsunuz?
Başarılı olduğumu düşünmenize sevindim. Neye mi bağlıyorum, sanırım kendimi esere bırakmaya!
Yani nasıl anlatsam. Bir şey “yaratırken”, ilham (vs) dedikleri bir şeylerin geldiğinden bahsederler. Bir şeyler dolar gerçekten insanın içine. İnsan bunu kendi varlığından ayrı hissettiği için şu meşhur ilham geldi, gitti muhabbeti edilir. Şimdi bu varsayımla her kitabın bir ilhamı var! Bu ilham kardeşi yakaladınız yakaladınız. Ona teslim oldunuz oldunuz. Onla beraber aktınız aktınız. Yoksa kaçar gider. Bir laf vardır: Teslim olmadan, teslim alınmaz, diye. İşte ona teslim olursanız, onu teslim alırsınız!!! Sonra o frekanstan başlarsınız aktarmaya. Diliniz döndüğünce aynı şeyleri nakletmeye. Aynı ruhu yakalamak sanırım çok önemli. Sonra da ciddi, disiplinli bir çalışma gerekiyor tabii ki. İşinizi ciddiye almak çok önemli.
✪ Ayrıkvadi demişken, ilk kitapta böyleyken diğer kitaplarda Yarmavadi olarak geçiyor Rivendell, bunun nedeni nedir?
Bunun nedeni kontroller sırasında gözden kaçması. Çünkü birçok ismi, birçok kez değiştiriyor insan. Önce öyle diyorsunuz, sonra böyle. Tekrar tekrar okuyorsunuz, en sonunda içinize sinen kalıyor. Bazı düzeltmeler de gözden kaçıyor. Tabii bir de o zamanlar bilgisayar programları da bu kadar gelişmiş değil miydi acaba ne?
✪ Bütün çevirilerinizde bu şekilde metni okuyucuya yakınlaştırma, anlaşılır kılma tekniğini kullanıyor musunuz? Öyleyse neden?
Kullanmamak mümkün mü? İşiniz bu. Anlaşılır kılmak.
✪ Tolkien’in yanı sıra Le Guin külliyatından birçok kitap çevirdiniz, genel olarak bilim kurgu ve fantastik çizgisinde ilerliyorsunuz. Daha önceki röportajlarınızda da masallardan bahsetmiştiniz. Sizce masalların yarattığı gerçeküstücülük ve büyülü gerçeklik gibi akımlar çeviriyi nasıl etkiliyor?
Sorunuzu anlayamadım sanırım. Ana metinde çeviriyi en çok etkileyen şey metnin kendisidir. Yani cümlelerde mantık hatası var mı? Yazar kelimelerin anlamına hakim mi, yoksa söylediği şeye hakim değil de çok yüzeysel mi yazıyor? Kelimeleri yanlış mı kullanıyor. Çok devrik cümle kullanıyorsa, bunun Türkçe’de okurken okura nasıl yansıyacağı falan. Yoksa gerçeküstülük ve büyülü gerçeklik gibi akımların kendileri çeviri için bir sıkıntı yaratmaz veya fazladan bir kolaylık sağlamaz.
✪ Bir kitap yazıyordunuz, yayınlatmaya karar verdiniz mi? Ayrıca şu an bir çeviri yapıyor musunuz?
Evet, bir kitap yazıyordum. Hatta bir tane yazmıştım, şimdi bir tane daha yazıyorum. Henüz karar veremedim sanırım. Biraz zamana ihtiyacım var. Kitaplarıma zaman ayıramıyorum istediğim kadar. Çeviriden farklı olarak, biraz daha sakin bir ortamda çalışmamı istiyor kendi yazdıklarım. Fakat bu aralar o sükuneti bulamıyorum. İnşallah ileride. Evet çeviri de yapıyorum. Hatta yayınlanacak iki çevirim var. Birisi Doğu-Batı Yayınlarından, Mit-Mitya isimli Hint mitolojisiyle ilgili bir kitap. Diğeri Jaguar’dan Tom MacCarthy’nin bir romanı. Aynı zamanda Tom kardeşin bir romanını daha çeviriyorum hali hazırda. İsmi Men in Space.
✪ Çevirmek ve yazmak arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyorsunuz?
Yazmayan birinin çeviri yapamayacağını hissediyorum. Yazmak ve çeviriyi birbirinden ayırmadığınız zaman, çevirinin başarılı olacağını düşünüyorum. Biraz önce anlatmaya çalıştığım da buydu. Aynı frekans, aynı ilham, aynı ruh… Ne derseniz deyin, onu yakalayınca çeviride başarılı oluyorsunuz. Onu yakalayınca yazıda başarılı oluyorsunuz. Bence.
✪ Türkiye’de çevirmenler oldukça gözardı ediliyor, az biliniyor, sizin mutlaka bilinmesi gereken çevirmenler olarak niteleyeceğiniz biri var mı?
Yani şu anda öyle şak diye biri gelmedi aklıma. Ben Roza Hakmen’i çok beğenirim ama onu tanımayan var mı?
✪ İyi bir çevirmen olmak için şu elzemdir dediğiniz ne var?
Sözlük, disiplin, sevgi. Ee tabii bir de her iki dili de öğrenmeye çalışmak lazım. Her iki dilde de yazmaya çalışmak.
✪ Sözlük kullanımı hakkında düşünceleriniz nelerdir? Sizce online sözlükler çeviri için kullanılmalı mı?
Evet, kullanılabilir. Fakat “double check” ederek. Ben normal sözlükleri de öyle kullanırım. Yani bilmediğim bir sözü İngilizce-Türkçe sözlükten bakar, sonra İngilizce-İngilizce sözlükten de bakarak emin olmaya çalışırım. Online sözlüklerde bazen hatalar olabiliyor. Dikkatli olmakta fayda var. Bence sözlük çok çok önemli. Hep söylüyorum, ukalalık edip yine söyleyeyim: Bence iyi bir çevirmen bildiği kelimelere bile bakmalı. Neden mi? Farklı ifadelerle karşılaşıyorsunuz. O an aklınıza, ya da dilinize gelmeyen. Şimdi İngilizce kompozisyon yazdırırlarken bize, mektepte, Thesaurus kullandırırlardı. Yani “kavramlar dizini”. Türkçe’de en büyük eksikliktir bu. Bir zamanlar TDK bir kavramlar dizini çıkartmış fakat yeterli olmaktan çok uzak. Yani, bir yazı yazacaksınız, “kırmızı” değil de farklı bir kelime kullanmak istiyorsunuz, kavramlar dizinine bakınca “kırmızı” ile ilgili tüm kavramları bulabiliyorsunuz. Belki “al” diyeceksiniz, belki “şarap rengi”, belki “kan gibi” vs. İşte böyle bir yardımcı kitap olmadığı için, bildiğiniz kelimeye bile sözlükten bakınca, bir şeyler yakalayabiliyorsunuz.