Soru 2- Çeviri alanında yaptığınız değerli çalışmalar konusunda bizi aydınlatabilir misiniz?
Gözümü açtığım andan itibaren – ki bu yaklaşık 1978 yılı olacak – hukuk çevirisinin tam odağındayım. Ancak şunu itiraf etmem gerekiyor, çeviribilim bölümünde ders vermeye ve Prof. Dr. Turgay Kurultay’ın danışmanlığında doktora çalışmalarıma başladıktan sonra, öğrenmiş olduğum çeviri kuramlarını ilk çeviriye başladığım yıllarda içselleştirmiş olsaydım, çevirilerimi çok daha rahat yapabilirdim. Kuramların ve öncelikle Holz Maenttaeri’nin “eylem odaklı işlevsel çeviri yaklaşımının” bana büyük katkısı olduğunu söyleyebilirim. Çeviribilim kuramları genelde uygulamadan gelen akademisyenler tarafından oluşturulduğu için gerçekten de çevirmene her aşamada destek verecek türden yaklaşımlardır.
Aslında yukarıda “gözümü açtığımdan andan itibaren” ifadesinin düz anlamda da doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü hepimiz bilerek ve çoğu zaman da bilmeyerek diliçi çeviriyle iç içeyiz… Herhalde bebekken annemi gördüğümde farklı, babamı gördüğümde farklı davranırdım. Bu da işlevsel çeviribilim kuramlarında yazan erek odaklı davranışın bir yansımasıdır aslında. Çeviri her zaman erek kitleye ve çevirinin amacına göre şekillenir. Bunu ilk kez 2005 yılında çok erken kaybettiğimiz, tanıdığım en iyi akademik çeviri eğitmenlerinden biri olan, Mainz Üniversitesi, Çeviribilim Bölümü, Sözlü Çeviri Enstitüsü Başkanı Dr. Hans Hönig’den duymuştum, ancak o tarihlerdeki bilgimin eksikliğinden ötürü Hans Hönig’in söylediklerimi işlevsel anlayamamıştım. İlerleyen yıllarda özümsediğim bu ifadeyi şöyle dile getirmişti Hönig: “Çeviri yaparken hiçbir zaman kaynak metin göz önünde bulundurulmaz, hep erek kitle ve çevirinin erek ülkedeki işlevi göz önünde bulundurularak yapılır. “
Haliyle akademik çeviri eğitimi en geniş faaliyette bulunduğum alan. Her dersin, oluşturduğum her metnin içinde yansıyan bir alan.
1999’dan bu yana çeviri tarihiyle iç içeyim. Öncelikle üç anabilim dalına ortaklaşa verdiğim Geçmişte Çevirmenlik derslerinde bu konuda bili edindiğimi ve kendimi geliştirdiğimi söyleyebilirim. Çeviri Tarihi aslında bir tür medeniyet tarihi ve öncelikle Türkiye söz konusu olduğunda bir ülkenin gelişim tarihi. Kaldı ki, çeviri tarihini bilmeden bugünkü kuramsal yaklaşımların köküne inmeye de olanak yok. Çevirmen adayının bugün kendi durduğu yere sağlam basabilmesi için geçmişini de bilmesi önkoşul. Çeviri tarihi çalışmaları beni Çokkültürlülük ve kent tarihi çalışmalarına götürdü. Osmanlı Devleti’nde ve Türkiye Cumhuriyeti’nde Çokkültürlülük ve Çevirmenlik konularında yurtiçinde ve yurtdışında farklı üniversiteler ve kurumlar bünyesinde altmış panoluk onbeş sergi açtım.
Çeviribilim dünyada yetmişli, Türkiye’de ise seksenli yıllarda özerklik kazanan bir bilim dalıdır. Tam da bu nedenle bu alanda sorumluluk üstelen akademisyenler kendilerini sürekli geliştirerek alanın da güç kazanmasını sağlamakla yükümlüdür. Çeviribilim uzandığı her alana kendi gözlüğüyle bakabildiği sürece güçleneceğine ve bilim dalları arasında özgül yerini alacağına inanıyorum. Aslında sonsuz araştırma yapılabilecek bir alan çeviribilim, yeter ki bu alanda çalışanlar bu alana sahip çıksın.
Bu arada çalışmalarım değerli mi, değil mi pek bilemiyorum. Buna okuma ve araştırma alışkanlığı olan gençler ve bu konuları merak ederek araştırma yapan arkadaşlar karar verecekler. Ben sadece bu alanda bulunduğum sürece elimden gelenin en iyisini yapmaya ve bu alana olan borcumu ödemeye çalıştım ve halen de çalışıyorum, o kadar. Almanların bir deyimi vardır, “mach das Beste daraus!”… İçinde bulunduğun olanakları en iyi şekilde değerlendir ve en iyisini yapmaya çalış… Bunu bütün öğrencilere tavsiye edebilirim, Özdemir Asaf’ın sözleriyle “hangi işi yaparsanız yapın, en iyisini yaptığınız anda, o iş yaratıcılığa dönüşüyor ve büyük keyif alıyorsunuz”. Ve zevkle yapılan her iş de hem o işi yapana, hem de topluma büyük bir kazanç olarak dönüyor.
Bu alanda dört kitap ve çok sayıda makale, bildiri, popüler metin yayınladım, bir de yukarıda söz ettiğim çokkültürlülük ve çeviri tarihine yönelik oluşturduğum sergiler ve sunumlar var. 2011 yılında da sevgili hocam ve arkadaşım, Türkiye’de çeviribilim öncülerinden olan Prof. Dr. Turgay Kurultay’a derleme bir armağan kitap çıkardık. (kaynaklar için bkz. : http://edebiyat.istanbul.edu.tr/almancaceviri/?p=7623)
Soru 3- Çeviribilim Fakültesi’nde (Bölümü’nde)ne zamandır görev yapıyorsunuz? Görevinizi ve sorumluluklarınızı tanımlar mısınız?
Bin yıldır desem yeri var, çok çabuk geçti yıllar, ilk kuruluşundan bu yana içindeyim. Prof. Dr. Şara Sayın kurdu Çeviri Bölümünü 1993’te. Sağında Prof. Dr. Nilüfer Tapan, solunda Prof. Dr. Turgay Kurultay vardı. Ben de ilk başından beri içindeydim. Sonra 2000 yılında Doç. Dr. Nihal Akbulut İngilizce Mütercim Tercümanlık Anabilim Dalı’nı kurdu, yine aynı yıl Fransızca Mütercim Tercümanlık Anabilim Dalı açıldı. Hậlen Doğuş Üniversitesi’nde çeviribilim alanında yüksek lisans programında görev alan Doç. Dr. Nihal Akbulut daha sonra Okan Üniversitesi’nde Almanca, İngilizce, Rusça ve Çince Mütercim Tercümanlık Bölümlerini kuracaktı.
Öncelikle Bolonya sürecinden sonra,yaklaşık 3 yıldır bürokratik işlemler had safhada arttı. Bürokratik işlemlerden zaman buldukça kitap yazmaya çalışıyorum, ki bunu iki yıldır ne yazık ki başaramıyorum, oysa öncelikle uygulamalı hukuk çevirisi üzerine bir kitabı da kaleme almam gerektiğini biliyorum. Kısmetse olacak inşallah. Üniversitede derse başladığım günden beri her dönem verdiğim ders haftada ortalama yaklaşık yirmi saati buluyordu. Bu dönem kadromuz biraz genişlediği için ilk kez ders yüküm normale döndü.
Bir bölümde ekip iyi çalıştığı sürece işler de aslında iyi yürüyor. Bir bütünün iyi işleyebilmesi için o bütünü oluşturan tüm parçaların aynı emekle çalışması lazım. Bu bazen oluyor, bazen de olmuyor, işte o zaman gerçekten çok yorulduğumu hissediyorum. Ancak tüm ekip işbirliği içinde olduğunda da, aşılmayacak hiçbir engel ve başarılamayacak hiçbir iş olmadığını da biliyorum.
Soruda çeviribilim fakültesi diye yazılmıştı, onu bölüm olarak değiştirdim. Aslında haklısınız. Almanya’da 3000 öğrenciyi kapsayan Çeviribilim Bölümleri (Fakülteleri)’nde on ve üstü yabancı dilde akademik çeviri eğitimi verilir. Türkiye’de durum biraz daha farklıdır ve anabilim dalları ya da bölümler yabancı dile göre adlandırılır. Örneğin Almanca Mütercim Tercümanlık Anabilim Dalının şu anda 250 öğrencisi var, İngilizce Anabilim Dalı’nda da öğrenci sayısı yaklaşık bu kadardır, Fransızca’da öğrenci sayısı biraz daha düşüktür. Bu öğrenci sayısına bir de yüksek lisans ve doktora öğrencileri eklendiğinden aslında İstanbul Üniversitesi’nde akademik çeviri eğitimi alan öğrencilerin sayısı 700’ü buluyor.
Soru 4-Çeviribilim Bölümü’nde verilen akademik eğitimi kısaca anlatmanız mümkün mü?
Aslında bunu 2003’te ve 2008’te yazdığım kitaplarda anlatıyorum. Akademik çeviri eğitimini bir bütün olarak düşünmek gerek, bütünü birleştiren alt payda çeviri edinci. Eğitimin amacı çeviri edincine kuşatan öğelerin, öğrencilerin profilini ve teknik koşulları da dikkate alarak farklı ders kümeleriyle verilmesi. Bu kümeleri oluşturan parçalar kültür edinci, metin edinci, yöntem bilgisi, uygulamaya yönelik ya da uygulamadan yola çıkarak oluşturulan çeviri kuramlarının derste uygulamalarla bütünleştirilmesi olarak adlandırılabilir. Akademik çeviri eğitiminde her ders öteki derslere gönderme yaparak işlendiğinde bütünsellik daha işlevsel sağlanabilir. En önemlisi tüm eğitim boyunca çeviribilimin özgül konumundan yola çıkmak olduğunu düşünüyorum. Öte yandan öğrencilerin donanımı da çok önemli. Çeviribilim okumak isteyen öğrencilerin donamının gerek kaynak, gerekse ererk kültürde çok iyi olması gerekiyor demek istemiyorum bununla, buna bazen farklı nedenlerden ötürü olanak yok; ancak bu bölümü kazanan öğrencinin en büyük sorumluluğu merak ederek kaynak ve erek kültürde donanımını sürekli, dur durak bilmeden geliştirmektir, işte tam da bu nedenle öğrencinin bu durumun farkında olması gerekiyor. Çeviribilim bütün bilim dalları arasında en fazla farkındalık, duyarlılık ve genel kültür isteyen bilim dallarından biri olduğunu bilmesi gerekiyor öğrencinin. Uygulama alanıyla her bilim dalına uzanan çeviribilimde okumak için öğrencinin kendine büyük emek vermeye her zaman hazır olması ve kendini geliştimekten keyif alması önkoşuldur. Sonuçta öğretim elemanı çok iyi ders anlatsa ve tüm bilgilerini öğrencilere sunsa da, iş öğrencide bitiyor, öğrenci seminerler dışında ders çalışmadıkça ve öğrendiklerini içselleştirecek bir altyapıya ve duyarlılığa sahip olmadıkça aslında öğretim elemanının elinden fazla bir şey gelmez. Keza bu en iyi müftredat için de geçerlidir.
Soru 5- Çeviribilim Bölümü unvan itibariyle 2006’da verilmiş olsa da temellerinin 1993’e dayandığını okudum. İlk günlerden bugüne gelinen süreci bize anlatabilir misiniz?
İstanbul Üniversitesi’nin ilginç bir gelişim öyküsü var, tam da Türkiye’deki çalkantılı yaşama benzeyen bir öykü. 1993’te Prof. Şara Sayın tarafından kurulduğunu yukarıda belirtmiştim. Rektör Alemdaroğlu döneminde Çeviri Bölümü’nün kapatılarak Batı Dilleri ve Edebiyatlarına bağlanmasına karar verildiğini duyduğumuzda, Doçent Dr. Nihal Akbulut ile birlikte saat 17.00 sularında o tarihlerde rektör yardımcısı olan Prof. Dr. Nur Sertel’e gittik. Birlikte, aslında çeviri eğitiminin salt Batı dillerinde verilemeyeceğini, bu eğitimin Doğu dillerini de kapsadığını, ondan Batı Dilleri’ne bağlanmamızın sakıncalı olduğunu anlattık. Nur hanım bize bir rapor yazmamızı salık verdi, ve bu raporu bir gün sonra yapılacak Senato’ya sunacağını belirtti. Aynı gün Nihal ve ben Prof. Dr. Turgay Kurultay’a gittik. Turgay hoca muhtarlıkta bir toplantıdaymış, toplantının sona ermesini bekledik. Sonra hep birlikte Turgay hocanın evine gittik ve sabah 03.00’e kadar o raporu hazırladık. Ertesi gün raporu Rektörlüğe verdik. Ve her nedense aynı gün bizim bölüm yine de kapatıldı ve biz Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’ne bağlandık.
Sonra Rektör değişti, rüzgar yine çeviribilim özgül konumuna doğru esmeye başladı ve Almanca, İngilizce ve Fransızca Anabilim Dalları 2006’ta yeniden açılan Çeviribilim Bölümü’ne bağlandı.
Mamafih bu tür gelişmeler Türkiye’de olağan gelişmeler, rüzgậr nereden eserse o tarafa doğru ister istemez savruluyor insan… Sabrın sonu selamettir diye beklemeye başlanılıyor sonra, bir şekilde ilahi adalet ya yerini buluyor ya da bulmuyor…
Başımıza bütün bunların gelmesinin bir nedeni de çeviribilimin nispeten yeni bir bilim dalı olmasıyla bağlantılı. Dıştan bakınca bizi sürekli Batı Dilleri ve Edebiyatları ve Dil bölümleriyle karıştırıyorlar, bazen de çevre bilim diye de adlandırılıyoruz. Aslında Çevribilim bütün bunların üst başlığı, bir tür kültür bilimleri de kuşatan çok kapsamlı ve içine girdikçe ne kadar karmaşık olduğu anlaşılan, teorinin ynında tıp , hukuk ve farklı bilimlerde olduğu gibi uygulama alanı da olan bir bilim dalı.
Soruda Çeviribilim Fakültesi diye bir kavram kullanılmış. Aslında yanlış bir kavram değil, Batı’da (Almanya ve Avusturya) çeviribilim bölümleri (fakülteleri) 3000 ve üstü öğrenci ile onun üstünde yabancı dilde eğitim verirler. Bizde dillere göre baştan ayrılır. Oysa her bölümün kuram ve yöntem dersleri aynıdır. Batı’da bu dersler anadilde yapılır, uygulamalar iki dilde yapılır. Adlandırmalarda zaman zaman çeviribilime ek olarak kültür bilimleri ve uygulamalı dil bilimleri gibi kavramlar da kullanılır.
Belki şunu da eklemek de yarar var. 1996’da ilk kez İstanbul Üniversitesi olarak Türkiye’deki bütün çeviribilim bölümlerini bir araya getirerek iki günlük akademik çeviri eğitiminin sorgulandığı bir etkinlik düzenledik. Etkinliğin bildirileri 1997’de Sel Yayıncılığın çıkardığı Forum 1’de yayımlandı. O dönemde bütün Türkiye’de epi topu 6 Çeviribilim bölümü vardı. Hacettepe, Boğaziçi, Bilkent, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul ve Mersin Üniversiteleri. Bugün ise bu sayı yetmişe yaklaşmış durumda.