Mehmet Hakkı Suçin’i Arap edebiyatından yaptığı çevirilerle ve çeviri hakkında yazdığı kitap ve yazılarıyla tanıyoruz. Halil Cibran, Adonis, Mahmud Derviş, Nizar Kabbani gibi şair ve yazarlardan yaptığı çevirileri biliyoruz. “Öteki Dilde Var Olmak”, “Dünden Bugüne Arapçaya Çevirinin Serüveni”, “Arapça Haber Çevirisi”, “Aktif Arapça” gibi kitaplara imza atmış bir isim Mehmet Hakkı Suçin. Ankara Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olmuş. Yüksek lisansı öykü eleştirisi, doktorası ise çeviribilim ile ilgili. Uluslararası düzeyde bilinen bir çevirmen ve akademisyen. Man Booker Ödülü’nün Arap versiyonun jüriliğine seçilmiş bir isim. Özgeçmişine bakıyorum, birçok alanda çalışması var: Arap edebiyatı, yabancılara Arapça dil öğretimi ve çeviribilim. Kendisiyle Ankara’da Tunalı Hilmi’de bulunan şirin bir kafede bu söyleşiyi gerçekleştirdim. Kafenin sevimli kedisi Bambam da zaman zaman sohbetimize katıldı. Şimdi sizleri Suçin Hoca’yla yaptığımız sohbetle baş başa bırakıyorum.

Başta şiir olmak üzere edebî çeviriler yaptığınızı biliyoruz. Edebî çeviriyi önerir misiniz?

Önermez miyim? Bence çevirmen kendini gerçek anlamda edebî çeviride gerçekleştirir. Edebî olmayan çeviriyle bir anlamda dil bariyerinin aşılması pekiştirilir. Çevirmenin farklı metin türlerine maruz kalması onu gerek dil bakımından gerekse çeviri pratiği açısından zenginleştirir. Çevirmenin çoğunlukla geçimini sağlamak için yaptığı çevirilerdir bunlar. Ama bence nihai olan bütün türleriyle edebî çeviridir. Bir çeviri gücünden bahsediyorsanız, hem kaynak dilin hem de hedef dilin bilgi ve kültürünü konuşturacağınız alandır edebî çeviri. Burada edebî çeviri önemlidir, edebiyat dışı türlerin çevirisi önemsizdir şeklinde anlaşılmak istemiyorum. Tabii ki edebiyat dışı çeviriler de önemlidir, muazzam alan bilgisi gerektirir. Hukuk çeviriyorsanız hukuk altyapısına, terminolojisine, jargonuna, üslubuna aşina olmak zorundasınız. Bu başka bir mesele. Ama şu da var ki mecazın olduğu yerde zorluk vardır. Hakikat zaten görünür. Hakikat derken göndergesel boyutta çeviriden bahsediyorum. Edebî çeviri, çevirmenin yaratıcılık denen o çizgiye en fazla yaklaştığı türdür. Çevirmen bir pasif aktarandan ziyade tıpkı yazar gibi kanlı canlı biridir. Hani teşbihte hata olmaz, çevirmen yazarı sırtına alır, okuyucuyu da yazarın sırtına bindirir. Okuyucuyu gezdiren çevirmendir aslında, ama o, yazarın kendisini gezdirdiğini sanır. Edebî çevirinin bir diğer yönü çevirmende bir tutku yaratmasıdır. Çevirmen hastalığına tutulan birçok çevirmen vardır. Çevirmeden duramazlar. Böylesi güzel bir hastalık mesela vekâletname çevirileri için geçerli olmaz herhâlde. Edebî çevirideki en büyük handikap, çevirmenin sadece edebî çeviri yaparak rahat bir yaşam sürdürmesinin zorluğu.

Peki, nasıl başlamalı?

Edebiyat çevirisi asgari düzeyde edebî bir altyapı gerektiriyor. Hiç roman, öykü, şiir, tiyatro eseri okumadan bunları çevirmeye kalkışmak herhâlde çılgınlık olur. Arapçadan veya Arapçaya yapılan çevirilerde var bu tür çılgınlık örnekleri, maalesef. Bu noktada edebî çeviri hedefi olanlara naçizane tavsiyem, öncelikle edebiyat dergilerini takip etmeleri. Öykü, şiir, kuramsal ve sanatsal yazılar yayımlayan bir hayli dergi çıkıyor. Bir süre bunları takip edin. Bunun yanında ilgilendiğiniz edebî türe göre kitaplar okuyabilirsiniz. Bu tür okumalar hem edebî estetik zevkinizi geliştirecek hem de hedef dildeki anlatım becerilerinizi parlatacaktır. İkinci tavsiyem hemen kitap çevirmeye kalkışmayın. Nasıl ki yazarların, şairlerin yetişme süreçleri dergilerden geçiyor, gölge yazarlar olarak çevirmenlere de böyle bir yol görünüyor. Yani öncelikle ilgi alanlarınıza göre çevirilerinizi dergilere gönderin. Tabii metni göndermeden önce, sıkı bir gözden geçirmeden kendiniz geçirin. Akran değerlendirmesine tabi tutun, yani bir arkadaşınıza, meslektaşınıza okutun. Sonra dergilerin yayın çizgilerine göre bir seçim yapıp çevirinizi gönderin. Yanıt almadıysanız pes etmeyin, vazgeçmeyin. Seçiminiz ve çeviriniz iyiyse zaten editörler sizden yeni çeviriler isteyeceklerdir. Çünkü onların da yayımlanacak nitelikli metinlere ihtiyacı var.

Peki, siz çeviriye nasıl başladınız? Arapçayı nasıl/neden seçtiniz?

Aslında Arapça benim son tercihimdi. Dershaneye gitme imkânım olmadı. Lise düzeyinde aldığımız İngilizceyle sınava girdim. Ankara DTCF Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalına yerleştim. Ama kafamda, üniversiteye yeniden hazırlanıp bölüm değiştirmek vardı. Kafamda böyle planlar yaparken bir de baktım ki ikinci sınıfa gelmişim. O sırada klasikleri, Arap edebiyatından yapılmış bazı çevirileri okuyordum. Halil Cibran, Necip Mahfuz gibi bilinen isimler. Böylece Arap edebiyatıyla bir bağ kurdum. Bölümümü değiştirmeyi kafamdan silip Arapçamı geliştirmek için çaba gösterdim. Fakat şimdiki gibi görsel-işitsel imkânlar yoktu. Londra’da basılan iki gazete sanırım üç günde bir geliyordu. Üniversitede öğrendiklerimi bu gazetelerle takviye etmeye çalışıyordum. Bir de sıkı bir radyo dinleyicisiydim. Monte Carlo Radyosu’nun Arapça yayınlarından iletişimsel Arapça öğrendiğimi söylesem abartmış olmam. Akademisyen olduktan sonra bu radyodan beni programına konuk edenler oldu. Bu durumu kendileriyle paylaştım.

Kitap zevkleriniz çeviri yapmayı seçtiğiniz alanda etkili oldu mu?

Bunlar çok sistematik gelişen şeyler değil. Hayat sizi bir yerlere götürüyor. “Ben şiir çevirisi yapacağım.” demiyorsunuz. Çeviriye kurgusal metinlerle başladım mesela. Şair ve eleştirmen Mehmet Can Doğan yönetimindeki Son Duvar’da öykü çevirilerim ve öyküye ilişkin kuramsal çevirilerim yayımlandı. Sonra Mısırlı Yahya Hakkı’dan bir novella çevirdim. Tabii o sıralarda cılız maaşıma takviye yapmak için piyasaya çeviriler yapıyordum. Bu çeviriler Arapçaya olan aşinalığımı ve çeviri becerilerimi geliştirdi. Edebiyat dergileri için şiir çevirileri de yapıyordum ama kitap olarak şiir çevirilerim daha geç bir dönemde başladı. Eşim sayesinde şiir okuru oldum. Çünkü yazdığı şiirlerin ilk okuyucusu bendim. Sonra şiir kitapları almaya, okumaya başladım. Arapçadan yapılan bazı şiir çevirilerini karşılaştırınca bu alana girmem gerektiğini anladım. Daha doğrusu bu konuda kendime misyon biçtim diyebilirim.

Türkiye’de Arapça ve çeviri eğitimi ne durumda?

Türkiye’de Arapça öğretimi üç tür programla yürütülüyor. Birincisi, 1930’lu yıllardan günümüze kadar süren Arap Dili ve Edebiyatı programları. Bunlardan hâlihazırda aktif olan sekiz program var. Kâğıt üstünde kaç tane var, ben de bilmiyorum. İkincisi Arapça Öğretmenliği programları. Bunlardan dört tanesi faaliyette. Üçüncüsü ise Arapça Mütercim Tercümanlık programları. Bu bölümlerden üç üniversite bünyesinde var. Tabii bunların dışında şu anda aktif olmayan onlarca bölüm var. Mevcut programların sorunu ise nitelikli öğretim elemanı eksikliği. Mütercim Tercümanlık programları diğer programlara göre daha yeni. Buraların da çeviribilim altyapısı güçlü hocaları yok. Mesela simultane çeviri yaptırmak şöyle dursun, konsekütif çeviri eğitimi verebilecek profesyonellerin olduğunu sanmıyorum. Bizde biraz da kervan yolda düzülür anlayışı hâkim. Türkiye’de Arapça öğretimi biraz sorunlu bir alan. Öğretim metodolojisinde büyük eksiklikler var. Arapça bir din dili gibi görülüyor. Böyle olunca da Arapçanın edebiyat, sanat ve kültür boyutu gölgede kalıyor.

Mütercim Tercümanlık bölümlerinde yabancı dile odaklanılıyor, bu yüzden aslında birçok çeviri öğrencisinin Türkçeyle sorunu var. Bu açığı kapatmak için ne okumamızı önerirsiniz?

Eğer çevirmen olacaksanız, iki dilde de güçlü olmanız lazım. Yabancı diliniz çok iyi olsa da hedef diliniz kötüyse çevirmen olamazsınız. Bu yüzden eğitimde bu denge kurulmalı. Öncelikle klasikler okunmalı. Şiir, öykü, roman gibi farklı türlerden metinler okumalısınız. Genel kültür de çok önemli, bu yüzden dünyadaki, bölgenizdeki, ülkenizdeki gelişmeleri takip etmeniz gerekir. Bir edebiyat çevirmeni her şeyden önce iyi bir edebiyat okuyucusu olmalı.

Şiir çevirisi yapıyorsunuz. Bu, çevirmenin kendini gösterdiği alanlardan biri. Anlam mı öncelikli, ses mi, yani çevirmen kaynak metne sadık kalmaya mı çalışmalı yoksa söyleyiş güzelliği için değişiklikler yapılabilir mi?

Şiirde aslında ikisi de önemli. İdeal olan ikisini dengede tutabilmek, ama bu her zaman mümkün olmuyor. Şiir zaten çeviride kaybın meydana geldiği bir alandır. Mühim olan, kayıpların yönetimini iyi yapmak. Kaybı nasıl telafi edeceğinizi bilmelisiniz. En çok kayıp tabii olarak biçimde oluyor ama anlamda da meydana gelebilir. Çünkü biçim ve anlam iç içedir çoğu zaman. Mesela şair tevriye kullandığı zaman orada bir biçim yaratır ama aynı zamanda da anlamsal bir genişlik oluşturmuş olur. Kimi zaman bu çoklu boyutu hedef dile taşıyamadığınız durumlar ortaya çıkabilir. Çevirmenin bir şiiri çevirirken önce o şiirin bazı özelliklerini saptaması gerekir. Çevireceği şiiri şiir yapan nedir? Şair nasıl bir dil kullanmış? Birtakım kelime oyunlarına yer vermiş mi? Çevirmen bunları hedef dilde yeniden yaratabilir mi? Şiirin türü nasıldır? Lirik bir şiirle mi karşı karşıya, epik mi, pastoral mi? Şairin yarattığı dili karşı tarafa hem biçim hem de anlam olarak taşımaya çalışmak lazım. Ama diyelim ki şair aruzla yazmış şiirini, biz onu aruzla çevirdiğimizde o şiir mahvolabilir. Ama sadece müzikalite yaratmak için yazılmış şiirler de var. En çok bunlar uğraştırır çevirmeni. Çevirmen sürekli bir kriz yönetimi, daha doğrusu kayıp yönetimi ortamında şiiri hedef dilde yeniden yaratma çabası içindedir.

Arapçanın dilimize etkileri nelerdir?

Türkçe, Arapça ve Farsça aynı kültür havzasından beslenen diller. Dilimizde Arapça ve Farsça kökenli çok fazla kelime var. Bunun avantajları olduğu kadar dezavantajları da çok. Özellikle Arapça öğretirken Newmark’ın faux-amis diye adlandırdığı, benim “vefasız dostlar” diye terimleştirdiğim kelimeler problemler yaratıyor. Tabii anlam kaymasına uğramayan kelimeler de Arapça öğrenen bir İngilize, İtalyana göre bizim öğrencimizi avantajlı hâle getiriyor.

Arapça mütercim tercümanlığı on yıl sonra nerede görüyorsunuz?

Bu konuda ümitliyim ben. Şu anda yetişen öğrenciler var, özellikle edebî çeviri alanında on yıl sonra birçok boşluğun doldurulacağını düşünüyorum. Çünkü yayıncılarda, okuyucularda ve öğrencilerde bir farkındalık yaratılmış durumda. Bu işi yapmak isteyen çok kişi var artık. Eskiden tek tük bulabiliyorduk, şimdi bir heyecan var. Tabii ki bu heyecanın sahaya yansıması için zaman gerekiyor ama on yıl iyi bir süre. İdeale ulaşamasak da iyi bir yere gelmiş olacağız.

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Çeviri camiasının gençlerine sesimi ulaştıracağınız için mutluyum. Ben teşekkür ederim.

Tags: